"Siz ne zamandan beri arkadaşsınız?" diye sordu Çisil, parıldayan gülümseyişiyle.

"Lisenin ilk gününden beri." dedim, abartılı bir neşeyle.

"Ya, çok güzelmiş. Ne kadar uzun zaman olmuş."

Çisil'e de uzanıp sarılmak istiyordum ama kızı ilk günden korkutmamak gerekiyordu. Gerçi o kadar sevgi doluydu ki tavrı, şaşırmazdı.

"Ya, çok güzeldir bizim dostluğumuz, güçlü bağlarla örülü. Kördüğüm gibi, çöz çözebilirsen." dedi Sıla, bastırarak.

Çisil gülümsedi. Sıla'nın satır aralarında bana attığı taşları fark etmemişti neyse ki. Ben de korunaklı tarafa geçerek yeniden Ekin'in arabasına yaslandım.

Benden vazgeçmemişti, kızgındı ama vazgeçmemişti. Bu da beni Ege'den daha kolay affedeceğini gösteriyordu.

Ege ise... İşte asıl kördüğüm bu noktadaydı. Nefret ipi ile aşk ipi birbirine dolanmıştı, üzerlerini uzaklık ipi sarmalarken, cevapsız sorular ipi yerini nefret ve aşkın tam orasında çoktan almıştı. Sabırla, tek tek çözülmeyi bekliyorlardı.

Tam o an kapıdan Ekin ve Mert'in çıkmasını beklerken Ege çıktı. Merdivenlere doğru ilerlerken ensesine uzanan eli yavaşça boynunu sıktı. Yine her şey ağır çekimde oluyordu. Ege salına salına... Gözlerimi üzerine diktim. Siyah bir tişört giymişti, ayağında siyah spor ayakkabılar vardı ve belinde siyah/beyaz kareli bir gömlek bağlıydı. Beyaz taşlanmış kotu ile bacaklarını sarmalıyordu. Sonsuz ışığı kadar, yaz akşamları esen meltem rüzgarı kadar, uykuyla uyanıklık arasındaki o mahmurluk kadar... Doğal ve saf olan her şey kadar güzeldi.

İlk aşkım, ilk kalp çarpıntım, ilk sancım, ilk evim, ilk kimsesizliğim... Ben ona bakınca duran zaman diğer herkes için gayet olağan aktığından Ege durduğumuz yere ulaşmıştı bile.

"Önce bara gitmem lazım, teslimat gelecek."

Sıla başını salladı. "Tamam, biz geçeriz önden."

Ege'nin bakışları Sıla'nın solunda duran Çisil'e kaydığında Sıla gülümsedi.

"Çisil, Nora'nın sınıf arkadaşı." Ege Çisil'e gülümsemişti ama adımı duyduğu an çenesi kasılmıştı.

Bundan nefret ediyordum, benden nefret ediyor oluşundan nefret ediyordum. Birisi içimde huzurla kıpırdanan tüm duyguları elindeki mızrakla tek tek yok ediyormuş gibi hissettiriyordu. Ege'nin varlığımdan rahatsız olması, varlığımı önemsiz kılıyordu.

Ege Çisil'e doğru elini uzattı. Bileğinde siyah deri bir bileklik vardı. Gözlerimi kıstım. Ege bileklik tarzı aksesuarları severdi ama bunu daha önce görmemiştim. Bir yıldır ortalarda yoktum evet ama bileklikte beni huzursuz eden bir şey vardı.

Çisil ve Ege tanışma faslını bitirdiklerinde arabasına doğru yürümek için tam önümden geçmişti ve ben onu gördüğümden beri tuttuğum nefesimi bu kez tutmamıştım. Kokusu burnuma dolarken bir kere daha kaşlarımı çattım. Bu kadarı da fazlaydı. Ne yapıyordu, bana dair her şeyi hayatından tek tek söküyor muydu? Eğer öyleyse, ben de o söktüğü her şeyi tek tek dikmesini çok iyi bilirdim.

"Parfümünü mü değiştirdin?" diye sordum, arabanın kapısına doğru gittiğinde ona dönerek.

Jeep'in kapısını açtı, spor çantasını yan koltuğa attı. Demek ki Berrak dönüş yolunda ona eşlik etmeyecekti. Zaten bu iş bir bitsin, o koltuğun kılıflarını değiştirtecektim.

"Parfümünü değiştirmek ne demek Ege, sen yıllardır aynı kokuyu kullanırsın." dedim, bağırarak.

Kapının içinden kafasını uzatmış görmediğim bir şeyle uğraşıyordu. Ben de kareli gömleğinin sakladığı beliyle muhatap oluyordum.

İLKYAZTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang