11.Bölüm- You gotta get up and try

752 15 5
                                    

İlk önce sınav haflatarından nefret ettiğimi söylemek istiyotum. İkincisi birinci maddeye bağlı zaten :D 

Şöyle kii iki gün sonra sınav haftası başlıyor ve bir buçuk hafta kadar yeni bölüm paylaşamayabilirim. Aslında bugün de bunu yazmak yerine coğrafya çalışıyor olmam gerekiyordu :D Yani söylemek istediğim kısa ve sakin bir bölüm. Ama sınavlar bittikten sonra upuzun ve güzel bölümler sizi bekliyorr :)) aklımdakileri yazıya dökünce güzel şeyler olacağını düşünüyorum.(medyaya bakmayı unutmayınnn ve şarkıyı mutlaka dinleyin. )

İyi okumalarrrr

Ne kadar süre geçtiğine emin olamıyordum.  Evin içi aydınlık değildi. Birkaç dakika sonra tamamen karanlık olacağına emindim. Gözlerim şişmiş olmalıydı, açıp kaparken zorlanıyordum. Başımı halıdan kaldırıp duvara yaslandığımda gözlerimi yeniden sıkıca kapattım. Bunu kaç kere tekrarladığımı bilmiyorum ama o şey bir türlü geçmemişti. Sırtımdaki ince sızı dışınca bir şey hissetmeyince gözlerimi biraz daha serbest bıraktım. İçimden ona kadar sayıp gözlerimi açtığımda acıyı hissetmeyince ağzımdan kaçan hıçkırıkla ağlamaya başlamıştım. Kendimi sıktığımı fark etmemiştim bile. Bu o çok korktuğun bir şey geçtikten sonra gelen rahatlama hissiydi. Sanırım. Rahatlama kavramının tam olarak uyduğu söylenemezdi.

 Kalkmak için yerden destek aldığımda elimdeki acıyla yüzümü buruşturdum. Avucumun içi kurumuş kanla doluydu. Aynı kandan tırnaklarımda da olduğunu görünce eski görüntüler yavaş yavaş geliyordu. Kriz anı denilen şeyden geçirmiş olabilirdim. O yüzden hatırlamamam normaldi. Aslında ben daha önce kriz falan geçirmemiştim. Sadece tahmin yürütüyordum işte.

 Sol elimi kaldırdığımda onunda aynı durumda olduğunu görüp dirseğimle kapıyı açmıştım. Üstümde hala yolda giydiğim kıyafetler vardı ilk önce onlardan kurtulmalıydım. Ama hızlı hareket edemiyordum. Sanki her an yeniden başlayacakmış gibi geliyordu. Avucumun içine değmemesine özen göstererek üstüme beyaz bir tişört ve siyah bir eşofman giymiştim. Banyoya gittiğimde aynadaki yansımamı yadırgamamıştım. Şiş gözler, kırmızı bir burun, dağılmış saçlar. Bu aralar görmeye alışkın olduğum şeylerdi.

 Ellerimi unutup sıcak suyun altına soktuğumda yanmasıyla birlikte geri çekmiştim. Suyu biraz daha soğutup elimi suya soktuğumda yeniden yüzümü buruşturdum. Çok fazla yanıyordu. Beklide tırnaklarımı bundan sonra kısa tutmalıydım. Kurumuş kandan tamamen kurtulduktan sonra aynı işlemi öteki elimi uyguladım. Şimdi yaptığım şeyi daha iyi görebiliyordum. 4 tane tırnak yan yana çıkmış et parçaları bırakmışlardı. Bu sefer yüzümü acıdan değil de görüntü yüzünden buruşturmuştum. Kan verirken bile hemşireyi yalvarma dercesine getiren benim bunlara karşı verdiğim tepkiler gerçekten bir alkışı hak ediyordu.

  Dolapları ve çekmeceleri sağlık malzemesine benzer bir şeyler bulmak için karıştırdığımda tabi ki bulamamıştım. Evde bunlarla ilgilenen kişi annem olurdu ve böyle bir durumda benim koltukta nazlanarak elim diye mızmızlanmam gerekirdi. Ellerimin yanmasını geçirmek için üfleyerek mutfağa gittiğimde yine sonuç alamamıştım. Benim odamda ben öyle bir şey almadığım için zaten bulunma ihtimali yoktu.

 Aklıma Luke’un odası geliyordu ama… Elim acıyordu ve bu bir acil durumdu. Burası benimde evim olduğuna göre o odaya da girebilirdim. Saçmaladığımı fark ettiğimde çoktan kapısını açmıştım. Yatağı dağınıktı ve yatağının üzerinde bir havlu duruyordu. Aklıma onu havluyla gördüğüm sahne gelmişti. İtiraf etmeliyim güzel bir vücudu vardı. Başımı bu düşünceleri atmak için iki yana sallayıp içeri doğru ilerledim. Yatağının başında duran saate göre saat yedi olmuştu. Uzun bir süre o halının üstünde yatmış olmalıydım. Gri perdeleri odayı evin diğer bölümlerine göre daha karanlık yapmıştı. Yoksa o bir vampir miydi? Vampir Luke. Ama güneşe çıkabildiğine göre gün ışığı yüzüğü olmalıydı. Belki de bu yazımı Dizimag’i baştan sonu bitirmek için harcamam benim için iyi olmamıştı. Önce zombi, şimdi vampir. Sırada kurt adam için bir şeyler olmalıydı.

  Perdelerini açtığımda caddeden öne yangın merdivenlerini görmüştüm. Şimdi odasını biraz daha kıskanıyordum. Elim yeniden sızlamaya başlayınca odayı keşfetme işini sonraya bırakıp beş çekmeceli yüksek komodine yöneldim. Ben olsam yara bantlarımı burada saklardım. En üst çekmeceyi açtığımda karşıma parfümler çıkmıştı ve bunlar yara bantlarından daha ilgi çekiciydi. Erkek parfümü büyüktür kız parfümü kuralı doğruydu. Altındaki çekmecede kemer, atkı, eldiven gibi şeyler vardı. Ötekini çektiğimde çamaşır çekmecesi olduğunu görüp duraksadım.

“Çamaşır çekmecemde ne arıyorsun?” Arkamdan gelen sesle sıçradığımda. Çekmeceyi kapatıp arkamı döndüm. Karşımda kapının girişine yaslanmış bana bakıyordu. Mükemmel zamanlama.

“Yara bandı.” Dedim çekmeceden uzaklaşarak. İfadesizce bana bakıyordu. Onun yerinde ben olsam bağırıp çağıracağım için bu verebileceği en iyi tepkiydi.

“Neden?”

Yara bandı koleksiyonum var canım. Hepsinden birer tane alıp biriktiriyorum. Sonra onları birleştirip sanatsal bir çalışma yapacağım.

“Hiçbir yerde yoktu ver ben düşündüm ki…”

“Çık dışarı Kate.” Cümlemi tamamlayamadığım için açık kalan ağzımı kapayıp ona çarpmamaya özen göstererek odadan çıktığımda salona gittim. Haklıydı. Odamda ve çamaşır çekmecemi açmış birini bulsam ben büyük ihtimalde şu an polis merkezinde olurdum. Beş dakika sonra salona geldiğinde onu fark etmemiş gibi öteki tarafa bakıyordum. Biliyorum çocukçaydı ama tepki göstermeye bile halim yoktu. Dediklerine sadece kafa sallamayı düşünüyordum.

“Yara bandını ne yapacaktın?” Dediğinde ona dönüp söyleyip söylememek arasında kalmıştım. Odasına girmemin başka bir açıklamasını bulamayacağımı düşünüp,

“Elim.” Dedim. Kucağımda duran elimi tuttuğunda benim soğuk ellerime karşı sıcaktı. Yukarı doğru çevirip avucumu açtığında yüzünü buruşturdu. Bu tepkiyi çoktan vermiştim bile. Elimi geri çekip önüme döndüm. Yeteri kadar kendime acıyordum ve bunu açıklayabileceğimi sanmıyordum. Yani en azından bir şeyler uydurmak için zaman gerekiyordu. Cebinden cüzdanını çıkartıp içinden bir şey aldı ve masanın üstüne bıraktı. Elimi tekrar kendime çektiğinde bu sefer ona bakmıştım. Elindeki yara bandını görünce istemsiz olarak gülümsemiştim. Ya da öyle yaptığımı düşünmüştüm. Pamuklu yeri ötekilerinden biraz daha büyük yara bandını paketinden çıkarıp elimi yapıştırırken istemsiz olarak öteki elimle elini tutmuştum.

“Sakin ol.” Dedi tekrar yara bandına dönerek. Elimin içine birkaç kez üfledikten sonra dikkatli bir şekilde yara bandını yapıştırdı. Çeri çekildiğinde bir süre tereddüt ettikten sonra öteki elimi de uzattım.

“Buda aynı.” Dedim. Oflamasını beklerken tekrar cüzdanını alıp yeni bir tane çıkarmıştı. Aynı şekilde bunu da yapıştırdığında arkasına yaslanmıştı.

“Teşekkür ederim.”  Ellerimi geri çekip bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Göz önünde olmalarına gerek yoktu.

“Yemek yedin mi?” Diyerek ayağa kalktığında kafamı olumsuz bir şekilde iki yana salladım

“Hamburger?”

“Hardal olmasın.” Dediğimde salondan çıkmıştı bile. Değişikti. Sabah bana Pisliklik derecesiyle ilgili meydan okurken şimdi yaptığı şeye şevkat göstermek mi deniyordu? Değişik bir kişiliği vardı. Fazla değişik. Büyük ihtimalle bunun benim şu an ne kadar aciz görünmemle ilgili bir yanı da vardı ama bu genelde akşamları görünen minimum derecede pislik olan Luke’u birkaç kez daha görmüştüm. En azından aklımı dağıtabiliyordu. Şu an acıyı değil de hamburgerime hardal koydurursa aç kalacağımı düşünüyordum.

We RemainHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin