27. Bölüm "Open The Door"

3.9K 121 15
                                    

Hiç herhangi bir dedikoduya kurban gitmiş miydiniz? Veya bu dedikodudan fazlası mıydı? Doğruluk payı olan bir şeyi 'dedikodu' olarak nitelendirmek çok mu saçmaydı? 

"Tanrım, Emily. Çok üzgünüm. Amacım seni üzmek değildi. Gerçekte-" 

"Önemli değil. Hatta söylediğin için sana çok teşekkür ederim." dedim ve tepsimi masadan kaldırdım. 

"Hey, Amy! Nereye? Ah, Tanrım. Söylememeliydim." 

"Hayır." dedim. "İyi ki söyledin. İnan ki sana minnettarım." 

Tepsimi mutfağa bırakarak merdivenlere yöneldim. Yalan söylememiştim. Bunu bana söylediği için ona tapabilirdim. Merdivenleri tırmanarak ilk kata geldiğimde dolaplara ilerledim. Dolabımı açarak kitaplarımı alırken sinirimi kitaplarımdan çıkarıyordum. 

"Briana ile arkadaş olmana sevindim." 

Duyduğum sesin kime ait olduğunu hemen anlamış olduğumdan tepki vermeyerek işimi yapmaya devam ettim. 

"Briana iyi bir kız." diye konuşmaya devam ettiğinde "Hıhı." diye mırıldanmıştım. 

Eliyle dirseğimi tutarak "Hey. Bana bak." dediğinde baygın bir ifadeyle ona baktım. 

"Ne var?" diyerek bıkkın bir nefes verdiğimde kaşları çatılmıştı. 

"Neler oluyor?" diyerek meraklı bakışlarıyla bana baktığında gözlerimi devirdim. 

"Briana seni sinirlendirdi mi?" diye bir hipotez sundu. "İstersen konuşabilirim." 

Briana mı? Hah! Ahmak. 

"Briana iyi biri." diye mırıldandım ve bakışlarımı tekrar dolabıma çevirerek kitaplarımı sıralamaya başladım. 

"O zaman sorun ne?" dedi. "Ashley sana mı sataştı?" 

Ah, Tanrım. Şu çocuğu burada boğsam eminim bu dünyaya büyük bir iyilik yapmış olurdum. Evet, bu defa tahmininde yaklaşmıştı ancak asıl sorun ta kendisiydi. 

"Tanrım, Emily! Bir cevap ver!" diye bağırdığında sinirle dolabın kapağını çarptım. 

"Sorun sensin! Her zaman sendin! O lanet olası eski sürtüklerin ile sen! Her yerdeler! Her zaman buradalar! Ve dedikodular! Herkes konuşuyor! Tanrım!" diye avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Şu an nasıl göründüğüm ve ne yaptığım umurumda değildi. Sinir kusmak bu olmalıydı. Sinirle çantamı alarak koşar adımlarla uzaklaştım. Ben biraz uzaklaştıktan sonra birinin dolaba vuruşu ve "Lanet olsun!" diyen sesi koridorda yankılanmıştı. Kim olduğunu anlamak çok zor değildi, ha? Bu okula daha fazla katlanamayacaktım. 

*** 

Patlamış mısırın yağına bulanmış elimi yanımdaki peçeteye sildim. Masadaki soğuk çayıma uzanarak bir yudum aldım ve tekrar yerine koydum. Tabii ki bunları yaparken gözümü bir an bile ekrandan çekmiyordum. Hiçbir zaman bir 'Bayan Bunalımdayım Ve Romantik Film İzliyorum' olmamıştım. Ve olmazdım da. Cidden. Yani şu anki ruh halime göre -aslında her ruh halime göre- olan tek bir dizi vardı. Ve, evet. Tahminleriniz sanırım doğru. Glee. 

Benim için Glee hiçbir zaman sadece bir dizi değildi. Glee benim için yaşamdı. Abarttığımı düşünenlerin olması çok doğal ancak şunu bilmelisiniz ki, eğer aileniz sürekli iş gezilerine çıkmak zorunda oluyorsa ve hiçbir zaman tam anlamıyla sizinle ilgilenemiyorlarsa, kendinize bir ebeveyn arayışına giriyorsunuz. Ve, bilirsiniz, bunun 'somut' bir şey olması gerekir. Timmy gibi hayali Cosmo ve Wanda ile yaşamaktan bahsetmiyorum. Bu, özellikle de benim yaşımdaki biri için, Tanrım... Çok tuhaf olurdu. Ve bu nedenle de kendinize bir idol belirlemeniz gerekir. Ve bu kişiyi veya kişileri kendinize yakın hissetmek, yaşadıklarınızı yaşamış olması gerekir. Kısacası, benim bu arayışım da Glee ile sonuçlanmıştı. Glee neredeyse tüm karakterimi oluşturdu diyebilirdim. Nerede nasıl davranmam gerektiğini, arkadaşlık ilişkilerimi ve çok daha fazlasını şekillendiren en büyük etken olmuştu. 

Şu anki ruh halime bakarsak, bir ebeveyne ciddi şekilde ihtiyacım vardı. Ailem de çoğunlukla olduğu gibi yanımda olmadığına göre, eh, yine Glee'ye kalmıştım. 

İzlediğim 3. bölümün sonuna geldiğimde televizyonu kapattım ve kucağımdaki boş patlamış mısır kasesini masaya bırakarak kalktım. Üzerimdeki yağa bulanmış pijamalara iğrenerek baktım ve duş almam gerektiği kanısına vardım. Yukarı çıkarak pijamalarımı çıkardım ve kirli sepetine attım. Duşa girdiğimde rahatlamışlık hissiyle gevşedim. Uzun bir süre boyunca temizlendikten sonra duştan çıktım ve havluya sarıldım. Banyodan çıktığımda kulağıma tanıdık telefon zil sesim geldiğinde adımlarımı merdivenlere yönelttim. Aşağı hızla inerek koşar adımlarla masadaki telefonu alıp, kim olduğuna bakmadan kulağıma götürdüm. 

"Efendim?" 

"Nasılsın, tatlım?" diyen annemin sesini duyduğumda refleksel olarak gülümsemiştim. 

"İyiyim. Geziniz nasıl gidiyor?" diyerek koltuğa oturdum. 

"Ah, İngiltere'deyiz." derken sesi bıkkın geliyordu. 

"Orayı sevdiğini sanıyordum. Oldum olası İngiliz aksanını ve İngilizleri seversin." 

"Elbette seviyorum, ancak hiç İngiltere sokaklarında gezme şansım olmuyor ki. Otelden toplantıya, toplantıdan otele gidip geliyoruz." dediğinde sıkıntısını anlamıştım. 

"Ah, bu çok can sıkıcı olmalı." 

"Maalesef, tatlım. Ama bu gece uçağa biniyoruz. Muhtemelen yarın sabaha doğru orada oluruz." derken sesi bir nebze mutlu çıkmıştı. 

"Daha geç döneceğinizi sanıyordum." dedim. "Notta öyle yazmıştın." 

"Planlar biraz değişti. Erken dönebileceğiz." dediğinde gülümsediğini hayal edebiliyordum. Onu özlemiştim. 

"Güzel." dedim. "Sevindim." 

"Eşyalarımızı toplamalıyım. Baban seni sevdiğini söylüyor. Hoşçakal tatlım." 

"Hoşçakalın." diyerek telefonu kapattığımda derin bir nefes verdim. 

Erken gelecek olmalarına sevinmiştim. Çünkü, bilirsiniz, ev işleri yapmak pek de rğlenceli değildi. 

Telefonumun elimde titremesiyle gözlerimi ekrana çevirdim. Ah, Bay Egoist'ten bir mesaj almak beni çok mutlu etmişti, gerçekten. 

"Kapıyı aç."

(Merhabaa <3 Geciktiği için özür dilerim. Ancak inanın yapacak fırsatım olmadı. Şu an uykusuzluktan ölmek üzere olduğum için çok uzun yazamayacağım. iPhone uygulaması sorun çıkardı ve bölümler çorba oldu, bu nedenle uygulamadan değil de siteden giriyorum. Bu yüzden şu bölümü yayınlarsam rahatlayacağım. Güzel yorumlar ve oylar bekliyorum, benim muhteşem okuyucularım! <3)

Variable Boy (Justin Bieber Fan Fiction)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin