19. Bölüm "Good Luck With David"

4.6K 138 15
                                    

Lanet olası alarmın sesiyle uyanmıştım. Artık Just Give Me A Reason'dan bıktığımdan alarm sesini değiştirip Safe And Sound yapmıştım ancak bu şarkı beni daha çok uyumaya itiyordu. Komodine uzanarak alarmı kapattım ve yataktan zorlukla kalktım. Sıcak bir duşun ardından giyinerek aşağıya indim ve kendime kahvaltı hazırladım. Okula gitmeden önce kahvaltı etmeden asla gidemezdim. Bugün pazartesiydi. David cumartesi gecesi bende kalmıştı. Ve en merak ettiğiniz kısıma gelecek olursam -meraktan çatladığınızı biliyorum- David'in dediğini zor da olsa kabul etmiştim. Öncelikle kesin bir dille kabul etmeyeceğimi ve bu fikrin çok saçma olduğunu savunsam da sonunda her zaman ki gibi pes etmiştim. David'e karşı gelmek oldukça zordu. Ve planlarımıza göre bugün başlayacaktık. Veee -sıkı durun sürtükler- David ile sevgili numarası yapacaktık! Zaten başka türlü kiminle bunu başarabilirdim ki? Okuldan bunu yapabilecek kadar yakın olduğum tek kişi vardı ve o da David'di. Sonuca gelecek olursam, bunun ne kadar işe yaramayacağını düşünsem de -ama David böyle düşünmüyor- yapacaktım. Denemekten zarar gelmezdi, değil mi? Hem kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Bazen düşünüyordum da, bu bahanenin arkasına oldukça sık saklanıyordum. Kaybedecek bir şeyim olmadığını kendime hatırlatıp duruyordum. Belki de cesaretli davranabilmek için beynim kendine bir neden arıyordu ve çözümü de buydu. Beynimin karmaşasıyla daha fazla uğraşamayarak masadan kalktım. Masadan evin anahtarlarını ve çantamı alarak çıktım. Arabama bindiğimde gözüm radyoya takılmıştı. Sonunda açmaya karar verdim ve sesini yükselttim.

Pretty girl, pretty girl, pretty girl you should be smiling
(Tatlı kız, tatlı kız, tatlı kız sen gülümsemelisin)
A girl like you should never live so blue
(Senin gibi bir kız asla bu kadar hüzün içinde yaşamamalı)
You’re everything I see in my dreams
(Sen benim rüyalarımda gördüğüm herşeysin)
I wouldn’t say that to you if it wasnt true
(Eğer bu doğru olmasaydı sana söylerdim)

Bruno Mars'a mırıldanarak eşlik etmeye devam ederken arabayı sürmeye devam ediyordum

I know that you dont know it, but you’re fine, so fine
(Biliyorum sen bunu bilmiyorsun ama sen çok iyisin, çok iyisin)
Oh girl I’m gonna show you when you’re mine, oh mine
(Kızım sana göstereceğim benim olduğun zaman)

Bu şarkıya bayılsam da şu an söylemek işkence gibi geliyordu. Sinirle radyoyu kapattım ve anlayamadığım sinirimden dolayı inledim. Kafamda bir nedeni olsa da bunun gerçek olabilmesini kendime yediremiyordum. Son zamanlarda arabada sürekli Justin'le şarkı söylüyordum. Ve yanımda Justin'in sesi ve kokusu olmadan şarkı söylemek hiç de eğlenceli gelmiyordu. Kafamdaki bu saçma düşünceleri atmak için sanki bunu yaparsam düşünceleri yok edebiklecekmişim gibi kafamı hızlıca salladım. Ben kendimle savaşırken okula vardığımı fark etmiştim. Arabayı okulun otoparkına park ederek okula girdim. Birçok göz her zamanki gibi bana odaklanırken bu sefer buna alışmış bir havayla kafam yukarıda normal adımlarla yürümeye başladım. Rol yapamadığımı söyleyen mi olmuştu? Ha-ha! O halde niye herkes özgüvenime şaşkın bir şekilde bakıyor? Dolabıma ilerleyerek kitaplarımı aldım ve ders programıma baktığımda dersin Edebiyat olduğunu gördüm. Dolabımı kapayarak sınıfın kapısına ilerledim. Okula girdiğimden beri Justin ortalarda yoktu. Acaba gelmemiş miydi? Sınıfa girdiğimde tekrar gözlerin üzerime yöneleceğini bildiğim için hiç etrafıma bakmadan boş bir sıraya odaklandım. Oraya ilerledim ve David'in dersinin de Edebiyat olması için dua ettim. Aksi halde yanıma tuhafın teki gelebilirdi. Özellikle en büyük kabusum kıvırcık çocuk gelmese iyi olurdu. Aksi halde geldiğimden beri takındığım özgüveni ayaklar altına alabilirdim. Cebimden telefonu çıkararak David'e dersini soran bir mesaj attım. Ve gelen "Edebiyat sanırım. Arabayı park ettim sınıfa gidiyorum." mesajının beni ne kadar mutlu ettiğini tahmin etmenizi umuyorum. Mesajın ardından kapının açılma sesini duyduğumda kapıya baktım ve David'i gördüm. Ona gülümseyerek bakarken henüz beni fark etmemiş başka bir yöne bakıyordu. Baktığı tarafa kafamı çevirdiğimde, sınıfa girerken etrafıma bakmayarak çok büyük bir hata yapmış olduğumu fark ettim. Justin sınıftaydı. Ve yanı boştu. Ona baktığımda üzerimde bulduğum gözleri hala sabitti. Kafamı umursamaz bir tavırla önüme çevirerek David'e baktım. Justin'e 'Oyun başlasın.' dercesine bir bakış attıktan sonra yanıma oturmuştu. Çantasını sıraya koyarak bana döndü ve "Doğal davran." diye çok ama çok kısık bir sesle dudaklarını fazla oynatmadan bana yapmam gerekeni belirtti. Ona gülümseyerek yanağını öptüm ve henüz yüzünden sadece 2-3 santim uzaktayken "Orasını bana bırak." diye mırıldandım. Bunu söylerken gülümsemem hala yüzümdeydi tabii ki. David'i öpmem üzerine sınıfta büyük bir uğultu oluşmuştu. Bari dedikodu yapacaksınız, çok belli etmeyin ama, değil mi? Kafamı hafifçe Justin'e çevirdiğimde gözlerinden adeta ateşler saçıyor gibiydi. Öyle ki, gözlerimi ondan 'belli etmemek' amacıyla değil, korktuğum için çevirmiştim. İlk defa onu bu kadar sinirli görüyordum. Kavga ettiğimizde bile bu kadar öfkeli görünmüyordu. Hem bu sadece masum bir öpücüktü. Sanki o arkadaşlarını hiç öpmüyor muydu? Ve her ne kadar inanamasam da, David'in fikri artık kulağıma pek de saçma gelmiyordu. Hatta onu öyle görmekten zevk bile aldığımı söyleyebilirdim. Öğretmen içeriye girdiğinde sınıftaki uğultu azalsa da küçük mırıldanmalar durmamıştı. Bayan Morris'ten herkes korkardı. Oldukça disiplinli bir öğretmendi. "Konuşmayı bırakın! Sınıfa geldiğimi anons mu etmem gerekiyor?" diye bağırdığında herkes konuşmayı kesmişti. Oldukça kısa ve zayıf bir kadındı. Yani eğer onu yolda görseniz, böyle biri olabileceği ve böyle minyon bir kadından bu kadar gür bir ses çıkabileceği aklınızın ucundan bile geçmezdi. "Kompozisyon ödevlerinizi çıkarın!" diyerek bağırdığında -evet, her cümlesini bağırır gibi söylerdi- çantamdan kompozisyonumu çıkardım. David de beni şaşırtarak çantasından bir kağıt çıkarttığında soran gözlerle ona bakmıştım. "Çok mu şaşırdın?" diye mırıldandığında "Şaşırmamam mümkün mü?" diye cevapladım. "Bayan Goldberg! Derhal duvar tarafındaki boş sıraya geçin!" diyen Bayan Morris'in sesini duyduğumda yerimden sıçramıştım. Henüz olayın şokunu üzerimden atmaya çalışırken "Beni duymuyor musunuz? Bay Bieber'ın önündeki sıraya geçin, derhal!" diye sözüne devam ettiğinde ışık hızıyla sıramdan kalkarak eşyalarımı toplamıştım. Lanet olasıca sınıfta başka boş sıra yok muydu sanki? Lanet, lanet, lanet! Bayan Morris'in dediği sıraya geçtikten sonra eşyalarımı sıraya yerleştirdim. Arkamdan bir kıkırdama sesi duyduğumda bu sesin kime ait olduğunu adım gibi biliyordum. Kulağımın hemen yanında bir nefes hissettiğimde paniklemiştim. "Bilgin olsun diye söylüyorum Amy, dün gece çok eğlendim. Cuma gecesinin aksine." diye fısıldadığında Bayan Morris görecek diye korkudan ölmek üzereydim. Bir azar daha işitemezdim. Tam o sırada kapı tıklatıldı ve müdür yardımcısı kapıyı aralayarak "Bayan Morris, görüşebilir miyiz?" dedi. Bayan Morris önce müdür yardımcısına ardından da bize baktı. "Tek bir ses bile duyarsam çok kötü olur!" diye uyarısını yaparak sınıftan çıktı. Arkamı dönerek "Konuşmayı kes! Bayan Morris görecek!" diye panikle konuştuğumda gülerek "Bu konuda uzmanım, merak etme. Ve ayrıca hangi konuda uzmanım biliyor musun? Cuma gecesi sen sürtüklük yapmasan yapacağımız şey konusunda." demişti. Sinirden kıpkırmızı olduğuma emindim. Bana sürtük demişti! Sürtük! "Bana ne hakla sürtük dersin! Seni kendini beğenmiş piç!" dediğimde sesim oldukça yüksek çıkmış olmalı ki sınıftaki herkes susarak bize bakmaya başlamıştı. "Beni tahrik ettikten sonra zor kızı oynamanın anlamı nedir o zaman, Bayan Ben-Mükemmelim?" Bu dediği üzerine bir kahkaha atarak "Her yattığın kız gibi basit olmadığım için buna alışkın olmayabilirsin. Ancak bilmelisin gibi bazıları senin aksine kız arkadaşına önem veriyor!" dedim. Yüzünde alaylı bir ifadeyle "Benim kız arkadaşım olmaz Amy. Benim sürtüklerim olur." dediğinde histerik bir kahkaha daha atarak "O zaman sürtüklerinle sana iyi günler dilerim. Bana önem verecek insanları tercih ederim, sürtük olarak görenleri değil." dedim. "Sana da David ile iyi şanslar." diyerek alayla güldüğünde sinsi bir gülümsemeyle "Şansa ihtiyacım yok. Kendine şans dilesen iyi edersin." dedim ve önüme döndüm. Herkes hala susmuş, acaba tekrar tartışacak mıyız diye beklerken ikimiz de suratsız bir şekilde önümüze bakıyorduk. Yani, kendi adıma konuşursam ben öyleydim ama Justin'i görmesem de onun da aynı durumda olduğunu biliyordum. Birkaç saniye sonra Bayan Morris içeriye girdiğinde "O gürültü neydi? Siz hiç akıllanmayacak mısınız?" diye bağırmayı ihmal etmemişti. Normalde sınıfın ispiyoncuları kavga edenlerin adlarını anında verirlerdi ancak olayın içinde Justin olduğunda buna kimse cesaret edemiyordu. Bayan Morris sonunda derse başladığında yapabildiğim en iyi şeyi yaparak dersi dinlemeye başladım.

Variable Boy (Justin Bieber Fan Fiction)Where stories live. Discover now