Bölüm 13 ° "Alkollü Duvarlar"

2.8K 122 10
                                    

Bölüm Müziği: LAYLA - Smokestacks

Gece yıldızsızdı.

Ay yalnız başına kalmış siyah geceye perde olan bulutlarında ardına saklanmıştı. O bile yalnız kaldığı an sığınacak bir yer arıyordu kendisine. Ben sığınacak bir kulübe bulamadan bu karanlık ormanda bir başıma kalmıştım.

Hayatım ıssız bir ormanda ağaçların arkasına konmuş, bense ormanın ortasında dımdızlak vaziyette yalnızlığıma sarılmıştım. Onca vahşi ve tehlikeli canlıdan nasıl kaçabilirdim?
Bu zamana kadar hayatımla ağaç arkalarında göz göze gelmiştim. O kaçtıkça beni de peşinden sürüklüyordu sürüklendikçe yara alıyorum. Ama artık farkındaydım.  Ben direndikçe o kaçamayacaktı. Artık önde olan ben olacaktım.

Ne demişti Bilge: ‘’Ateşe elini sürmemek seni akıllı yapmaz. Daha önce yanmayan sonsuza dek yanmaya mahkumdur.’’
Ben sonsuza kadar yanıp Nehrin umuduyla yaşamak istemiyordum. Ben artık ateşi tamamen yok etmek istiyordum.

Sonu hakkında bir fikrim yoktu. Canım ne kadar yanarsa yansın bu oyunu bitirmek elzemdi. Yalanların zulümlerini çekeceğime gerçeklerin acısıyla yaşama devam etmeyi yeğlerdim.

Derin bir nefes aldım…

Gecenin ortasında yalnız başına kalmış kamerin, yıldızlara karşı biriktirdiği kanlı sükûtu tıpkı benim varoluşumun temelindeki yalnızlığa karşı oluşturduğum sessiz çığlıkların emsali gibiydi. Olmayan bir şeye karşı verdiğimiz yalnızlık kelimesi karanlıkta göremediklerimiz için kullanılıyordu belki. Zira insanın kendini tek başına hissettiği anlar karanlıkta saklıydı.

Ellerimi yüzüme bir perde gibi kapadım. Karanlığımı zehreden birkaç noktamsı şekli gözlerimin önünden kovmak için çabaladım bir süre. Ve başardım…

Karanlık benim dilimde acıya atılan her fırça darbesinin verdiği umutsuzluk tonuydu. Darbeler sertleştikçe geçişler keskinleşiyordu. Dolayısıyla ben umutsuzluğa gömülüyordum. Her aydınlığa geçmeye çalıştığım an o keskinlikte yara alıyordum.

Bir ses… Gecenin senfonisi olan sessizliği paramparça ediyor. Gözlerim karanlığın baskın olduğu umutsuzluktan hakikate açıldı. Elim polarımın cebindeki telefona gitti ve onu cebimden çıkardım. Eray’ın çaldırmakta olduğu telefonu açmamak için çok direndim fakat bunun boşuna bir çaba olduğu aşikardı. Zira o, ben telefonu açana kadar çaldırmaya niyetliydi.

‘’Efendim.’’ diyerek açtım telefonu.

‘’Dünyanın en iyi dostu!’’ diye coşkuyla haykırdı. Devam etmesini engelledim ve ‘’Ne istiyorsun?’’diye sordum.

‘’En sevdiğin şeyi yapmanı.’’ Sonra yalvarmaya başladı. ‘’Lütfen!’’

‘’Eray, inan hiç halim yok.’’

‘’Beni boş gönderme, Mehir. O kadar yol geldim.’’

Hızlıca koşup kapıya çıktım. Eray arabasının camından el salladı. ‘’Ah Eray! Ah!’’ diye bağırdım. ‘’Ya babamın adamları olsaydı.’’ Bunun olmayacağını biliyordum lakin ona kızmam gerekti.

‘’Merak etme kızım. Kontrol ettim tabi ki.’’

Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım.
Tekrar gözlerimi açtığımda Eray’ın arabadan indiğini gördüm. Telefonu kapatıp yanıma gelmesini beklerken bir yandan da ona karşı bulunacağım serzenişin tümcelerini kuruyordum kafamda.

‘’Güzellik?’’ dedi yanıma yaklaşırken.

‘’Çok düşüncesizsin.’’

‘’Ben anı yaşıyorum. Bir şeyi yapmadan önce sadece bir kez düşünürüm.’’ dedi ardından hafifçe omuz silkti. ‘’Eh o da yetiyor zaten.’’

İKİ GÖLGEWhere stories live. Discover now