Bölüm 8 • "Ölümle Savaş"

3.6K 148 5
                                    

Bölüm Müziği : Jarryd James - Do You Remember

Şeytanın nefesi... Bir günaha karışıp bedelini ödermiş gibi cayır cayır yakıyor tenimi. Elinde ki silahı buz gibi tırpanı... Ruha daldırıyor sivri ucunu ve çekiyor ne kadar masumiyet var ise... Semadan dökülen her bir su damlası söndüremiyor içime karışan öfkenin alevini. Şeytana duyulan nefret tüketiyor ruhumda ne var ne yok ise... Kurban gözlerimin içerisine bakıyor ve ben ne yapacağımı bilmiyorum. Bir kurban teslim olmuşken, ötekine nasıl yardım edebilirdi? Bende bir kurbandım ve şeytanın gözlerine bakıyordum. O şeytan, bir katildi. Bedeni değil ruhu öldüren dünyanın en acımasız katili.


Bomboş duran ellerim bir yer arıyor. Onun gözlerine bakmak, sanki yıllarca beklediğim bir şeyin, vazgeçtiğim an da gelmesi gibiydi. Hazırlıksız yakalanışım ona karşı içimde oluşan savunma mekanizmalarının tüm devinimini kesiyordu. Ve ben çaresiz bir şekilde öylece onun buzdan gözlerine bakıyorum.


Çaresizlik... Bu his tüm olumlu hisleri vücuttan silebilecek kadar güçlü bir silgi gibi. Pes etmeye kadar götürecek becerikli bir rehber; seçeneklerinin olduğunu gösteremeyecek kadar beceriksiz bir gözcü. Vücudun yarısını uğursuz bir balçığın içine gömen bir lanet. Olumsuzluğa götüren aceleci bir elçi... Oluşabilecek tüm olumsuzluklar bu hissin belirmesiyle daha büyük bir hal alıyor.


Şimdi karşımda dimdik duran bu adam yavaş yavaş sürüklemekte beni yenilgiye. Zihnime varan sözleri öyle asil ve bencildi ki kendi düşüncelerimi kapı dışarı edip, hakimiyetini içeride sürdürüyordu. Yankı yapıyordu... Sözcükleri zihnimin boş arazisinde yankılanıp duruyordu.


Gerçi bu durum beni karşımdaki durum kadar korkutmuyordu. Sadece sabit bir şekilde karşımda iki adama bakma fiilinden başka bir şey yapamamaktaydım.


''Eee.'' Dedi Baray. ''Bizi içeri almayacak mısın?'' Muhtemelen kötü biri olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu lakin ben buna zaten inanmıştım. Kendini gözkapaklarımdan düşürüp paramparça etmeye meyilliydi belki de...


Tüm ifadesizliğimi koruyarak, ''Önce o silahını indir.'' dedim.


Silahı Eray'ın başından çekti ve kemerinin arka tarafına sıkıştırdı.


''Mehir... Çok üzgünüm. Yapacak bir şeyim yoktu.''


Eray'a kızamazdım tabii. Yapabileceği tek şey onu buraya getirmekti. ''Geç içeri Eray.'' Dedim başımla işaret ederek.


Dediğimi yapıp tedirgin adımlarla içeri girdi. Baray kabanının önünü düzeltti ve öne doğru bir hamle yaptı. ''Evime giremezsin.''


Bakışları derin bir öfkeyle harmanlanmıştı. Bende meydan okurcasına gözlerimi ona diktim. ''Ne oldu?'' diye sordum. ''Yoksa benimde mi başıma silah dayayacaksın?''


Dudaklarını öfkeyle birbirine bastırdı. ''Telefonuna bakmalıydın.'' Dudaklarından dökülen kelimeler zihninde infilak eden cümlelerin toparlanmaya çalışılmış hali gibiydi. Farklı bir parçası lakin onu tehlikeli yapan altyapı görevi görüyordu. Buda öfke yönetimini düzene sokmaya çalıştığının basit bir kanıtıydı.


''Beni bir şeye zorlayamazsın! Ancak ben istersem yaparım.'' Hayır. Aslında öyle değildi fakat kelimeler bu şekilde dökülmüştü dudaklarımdan.


Beklemediğim bir anda kolumu sert bir şekilde kavradı ve beni kendisine doğru çekti. Gözlerindeki buzda büyük bir miktar öfkenin alev alev yandığını görüyordum. Bu yakınlıkla ilk kez onu inceleme fırsatı bulmuştum. Dalgalı siyah saçları makus bir gölgeyle alnına düşüyordu. Dudakları kuru gergin ve mattı fakat sonra dudaklarını yaladı. Yüzü kaskatıydı ve açıkçası korkmuştum. İşte o anda yüzümde beliren bu ifade hareketsiz bir şekilde öylece bakan gözlerinin oynamasına sebep olmuştu.

İKİ GÖLGEDonde viven las historias. Descúbrelo ahora