Bölüm 1 • "Takip"

11.2K 323 45
                                    

Sevgili okur:

Bu satırları okuyorsan eğer zihnimin kapısının önünde duruyorsun demektir. Oradan içeriye adım attığın an bir ütopyanın aslında tamamen distopyadan ibaret olduğunu fark edeceksin. Sakın korkma, çünkü distopyalar sanıldığı kadar korkunç değil. 

Bir parça karanlığın beyin damarlarına bulaşması ne kadar korkunç olabilir ki?

Bil ki korku zihninde ve tüm o hisleri kalbine empoze ediyor. Korkuna değil bu distopyanın her bir köşesine kazınmış kelimelere güven. Bil ki kelimeler seni doğru yola götürecek bir rehber, anlamları ise senin boş bedenden ibaret olmadığını gösterecek bir elçi.

Hisset. Zihnimin duvarlarına dokun ve kelimeleri kendi benliğime nasıl kazıdığımı gör. Gördüklerin ipucu, hissettiklerin hakikatlerdir.

Bu kapıdan içeriye adım at ki insanlarımla tanış. Bu kapıdan içeriye adım at ki bir aynaymış gibi o insanda kendini gör. Hayır bedenini değil. Beden sadece ruhuna hisleri ileten bir köprüdür. Sen bu kapıdan adım at ki ruhunun en derinlerinde saklı kalmış hislerin; zihninin dipsiz kuyularına atılmış her bir anının peşinden git. Sen sadece bir adım at güzel insan. Bırak kelimeler benliğini sana hatırlatsın. Bırak karanlık gerçeklerini aydınlatsın. Sen bırak ütopyaları, distopyalar sana gerçeği anlatsın. Dünya sanıldığı gibi bir yer değil. Somutlaşmış mavinin hakim olduğu lakin aslında soyutlaşmış kan kırmızısının hakim olduğu ve güneşin hiçbir zaman batmadığı ve bu vahşetlere ışık tuttuğu yer dünya. Bu yüzden gir zihnimin kapısından. Kelimeler seni sarıp sarmalayacak ve koruyacak. Bilki kurtuluş burada. Tüm farkındalık bu distopyanın içinde.

~ Giriş ~

Kafamda merakımla birlikte dönen notaların ahengini dinliyordum. Ta ki bu ıssız sokağın zifiri sessizliğinde kafamdaki notaları susturacak derecede yere basan ayakların sağır edici sesini duyana kadar.
Kafamı hafifçe yerden kaldırdım ve yanımdan geçip giden, gri gözlerinde karanlığın acıya işlenmiş şeklini tutan adamın ifadesinde kaldım. Hafifçe duraksadım. Sonrasında yavaşça arkamı döndüm.
Kabanının altına gizlemiş olduğu vücudu çökük, yıkık dökük adeta bir enkazın betimlenmiş hali gibiydi.
Tüm o yıkıntıyı tek bir bedene sığdırmış gibi gözüküyordu.

Arkamı dönüp gidecektim ki sanki soyut bir el omzuma dokundu ve beni geri çevirdi. Bu merakımdı. Beni yapışkan, esnek fakat içinden çıkılmayacak tabakasının içine çoktan sokmuştu. Giden adama hissettirmeden arkamı döndüm ve ayak seslerimi neredeyse bir karıncanın çıkardığı kadar az çıkarmaya dikkat ettim. Yavaşça yürüdüm ve onu takip etmeye başladım.

Şu an belki de evimde, müzik aletlerimin başında birkaç nota eşliğinde huzuru buluyor olmalıydım lakin merakım her zaman bir üst kademede olmuştu. Müzikle de zaten bu şekilde tanışmıştım. Beni çoğu zaman huzura sürükleyen şey merakım oluyordu. Kimileri merakın kötü bir şey olduğunu söylesede bu benim hayatımda tam anlamıyla ters etki yaratmıştı.


__________

İstiklal Caddesinin ortasında gözlerini kapatmış öyle bir aşkla söylüyorduki şarkısını kendimi onu dinlemekten alamadım. Çoğu insan gibi. Şarkısını bitirdi. Gitarını topladı ve önüne atılmış hiçbir parayı almadan oradan uzaklaştı. Merakıma yenik düşüp onu müziği bu derece aşkla söyleyecek kadar neyin bağladığını merak ediyordum.
Peşinden gittim. Sokakları dönüp dolaştık ve mimarisi oldukça hoş bir evin önünde durup anahtarını kilide sokmasını bekledim. Tam içeri gireceği sırada ona seslendim. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. ''Hey!''

Kapı aralığından hafifçe bana baktı. ''Bana mı dediniz?'' Yaklaşık yirmilerinin sonlarında olan bu adamla tanışmam 16 yaşımda iken gerçekleşmişti. ''Üzgünüm.'' Dedim. ''Rahatsız etmek istemedim ama beni buraya çeken şey merakım oldu.'' Ne saçmaladığımı düşündüm o an. ''Ne merakı?'' dedi adam. Gülümsüyordu. ''Sizin bu derece aşkla söylemenize neden olan şey.'' Dedim. ''Şu zamana kadar şarkıları hissederek söyleyen onca insan gördüm ama siz çok farklısınız.''

Adam gülümsedi. Gülümseyişinin ardında derin bir hüzün yatıyordu. İçeri girmedi ve bırakmak üzere olduğu gitarını sırtladı. Ardından hüznü silinmiş yüzünü yüzüme çevirdi. ''Gel benimle.'' Kürek kemiklerinin hizasında uzamış olduğu saçlarını topladı ve gözlüğünü taktı, sanki o sırada bunları yaparken kafasındaki dağınıklığı düzene sokmaya çalışıyor gibiydi. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Adımları her bir öncekinde daha çok yalpalanmaya uğruyordu ve her seferinde belli etmemeye çalışıp bir şeylere vuruyormuş gibi yapıyordu. Evinden biraz uzaklaştıktan sonra bir müzik atölyesinin önünde durdu. Tabelada kocaman, Notaların Aşkı yazıyordu. Demir korkuluğu açtı ardından cam kapıyı açıp beni içeri davet etti.

Ortamın dizaynı, sıcaklığı, enerjisi o kadar güzeldi ki bir süre büyüye kapılmış gibi hissettim. Bana eliyle masayı işaret etti ve oturdum. Dumanı tüten kahveyi önüme koyduktan sonra derin bir nefes aldı. ''Şu dünyada en önemli olan şey insanın zaaflarıdır.'' Dedi. ''Benim bu aşka kavuşmamda biri etkili oldu. Ve beni bu notalarla baş başa bırakıp gitti.'' Gözleri buğulanmıştı fakat gülümsüyordu. ''O gittiğinden beri onun en sevdiği şeyi yapmaya devam ediyorum.''

''Seni terk mi etti?'' diye sordum. ''Hayır hayır.'' dedi kafasını iki yana sallayarak. ''Hayat bazen bir şeyleri biz istemeden elimizden alır.''

''Ah! Anladım. Üzgünüm.'' Gülümsedi. Bu aynı hüzünlü gülümsemedendi. Adamın neden daha hemencecik tanıdığı birine hayat hikayesini anlattığını düşündüm fakat bunun cevabını çok sonradan alacağımı biliyordum.

__________

Karşımda yürüyen adamın bir binaya gireceğini sürgülü kapıdan geçmesiyle anladım. Aynı şekilde bende o sürgülü kapıdan geçip bir çöp konteynırının arkasına saklandım. Hafifçe başımı çıkarttığımda o adamı ve karşısında duran üç adamı gördüm.

''Artık sizinleyim.'' Dedi adam karşısındakilere. Üç adamdan ortalarındaki - onların başı gibi duruyordu - kıs kıs güldü. ''Biliyordum.'' Ardından gırtlağını temizledi. ''Onu yavaş yavaş alt edeceksin.'' Dedi. ''Zaafını bulup içten fethedeceksin.''

Nereye düştüğüme dair bir fikrim yoktu ama gecenin zifiri tabakası kazanmış gibi gözüküyordu. Onca kasveti barındıran gecenin, sularını üzerime akıtıp rahatlayacağını düşünmemek aslında tam bir aptallıktı.
Tam geri çekileceğim sırada ayağım arkadaki salça kutusuna takıldı ve düştü. Bir silahın çatırdamasını duydum ve kalbim hızla atmaya başladı. Bana doğru gelen ayak seslerini duyduğumda dua etmekten başka hiçbir şey yapamadım. Ayak sesleri iyice yaklaştı ve başımın üstünde bir gölge hissettim.
Bu gölge başıma dert açacak gibi gözüküyordu. Çünkü daha önce hiçbir zaman bir gölgenin bu kadar ölümcül derecede karanlık ve lanetli gözüktüğünü fark etmemiştim.

Başımı hafifçe kaldırdığımda, gri gözleriyle şaşkınlıkla bana bakan adama takılı kalmıştım. ''Lütfen.'' Diye fısıldadım fakat gözlerinde ki şaşkınlık gitti yerini soğuk hatta tenimi yakacak kadar buz gibi bir bakış aldı.


Silahını hafifçe kaldırdı. Sanırım ölüm vaktim gelmişti.

İKİ GÖLGEWhere stories live. Discover now