Bölüm 22

11.5K 1K 38
                                    

Sabah erkenden üstelik ter içinde uyandı, Toprak. Aslında bu saatlerde henüz uyuyor olması gerekirdi. Oysa Ece'nin aramadan gittiği kötü rüyadan sıçrayarak ve terleyerek uyanmıştı. Rüyasında, bekliyor ama telefonu çalmıyor, o sırada şarjı bitiyor ve sonrasında da elektrikler kesildiği için şarj edemiyordu. Ece ise onu bulamayınca kızıyor ve gidiyordu. Sesini duyuramadığı bir koşu tutturuyor, yetişmeye uğraşıyor ama yol hiç bitmiyordu.

Uyandığında rüyanın etkisi ile telefonunu kontrol etti. Şarjında sorun yoktu. İçi rahatlayarak tuvalete doğru yürüdü.

Hazırlandığında saat sekizdi. Artık uyanmıştır diye beklemeye başladı. Sekiz buçukta kahvaltı niyetine yediği ekmek arasına koyduğu peynir ile çayı da bitmişti. Acaba aramadan gitmiş miydi? Bunu düşünmek istemiyordu. Mutlaka onu yine görecekti. Köye gidecek, gelişlerinde bir araya gelecekti. Yine de bu sabah görmeden gitmesini istemiyordu.

Saat dokuz olduğunda telefonu çaldı. "Nihayet." Diyerek hemen açtı telefonu. Ece'nin tedirgin sesini duyduğunda rahatladı. "Uyandırmadım değil mi?" Toprak onun kendisini düşündüğünü anlamıştı. "Yedi buçuktan beri aramanı bekliyorum. Gittiğini sandım."

"Ah bilseydim daha erken arardım. Uyandırmaktan korktum."

"Bir daha beni uyandırmaktan korkma. İstediğin zaman istediğin saatte ara. Kahvaltı ettin mi?" Ece bu cümledeki verilmiş yetkileri ölçemeden soruya yanıt verdi. "Ettim." 'İstediğin saatte ara!' Bu çok büyük bir yetki değil miydi? Düşünmeye vakti yoktu. Toprak hattın ucunda konuşuyordu. "O zaman benimle bir kahve içmeye ne dersin?"

"Tamam, sonra da yola çıkmam lazım. Kar bekleniyormuş. Yollar tehlikeli olmadan gitmeliyim ."

"Yarım saat o zaman." Kordon boyunda bir adres verdi ve telefonu kapattı. On dakika sonra onu görecekti. Evden çıkarken telefonunu ve gözlüğünü aldı. Denizli'de kar bekleniyordu ama İzmir de güzel bir güneş vardı.

Çay bahçesine geldiğinde Ece daha gelmemişti. Bahçedeki masalardan birine oturdu. Kendisine kahve söyledi. Garsonun getirdiği kahve ile aynı anda Ece geldi. "Hoş geldin. Sen ne içersin? Dışarıda mı oturalım içeri mi girelim?"

Ece ayağa kalkmaya uğraşan Toprak'ın yanında dikilen garsona hemen siparişini verdi. "Bana da bir kahve lütfen. Sütlü olsun." Garson gider gitmez Toprak tek yanağını öperek yeniden selamladı Ece'yi. Soru dolu bakışları yanıt bekliyordu. "Ah evet dışarıda oturalım. Sanırım bir süre güneşe hasret kalacağım. Bu ay kar yağmaması lazım ama mevsimler gerçekten değişiyor. Umarım çok yağmaz." Toprak kare bir masada oturuyordu. Ece karşısına oturmak istediğinde yan taraftaki sandalyeyi çekerek daha yakınına oturttu. Onun yerleşmesini beklerken, cep telefonunu elinde sallayarak "Hava durumuna baktım, akşamüstü yağacakmış ve çok olmayacakmış. O yüzden seni hemen bırakmayabilirim." Dedi.

"Yine de çok kalamam. Günlerdir bağlara bakan yok. Ailemi ve atlarımı da özledim."

Toprak fırsatı kaçırmadı. "Gidince de ben seni özleyeceğim." Ece, onun duygularını gizlemeden konuşmasından hoşnut, "Gelmeyecek misin köye? Dün gece geleceğini söylüyordun." Onun cümlesini çürütmeye çalıştı. Oysa Toprak yine fırsatı kaçırmayacaktı...

"Gelene kadar geçecek süre yetmiyor mu özlemem için?"

"Bilmem, yetiyor mu?"

"Sen hep mi bu kadar cadıydın? Yoksa benim mi gözüm yeni açıldı?"

"Cadı? Ah tamam kahve kalsın ben gidiyorum." Ece çantasını alıp ayaklanınca Toprak hemen kolunu tutup durdurmaya çalıştı. "Şaka yaptım nereye gidiyorsun?"

YakışıklıWhere stories live. Discover now