Chapter 17

11.8K 618 192
                                    

Yerimden kalkıp arabaya doğru yürümeye başladığımda hava kararıyordu. Gençler yavaş yavaş yerlerini almaya başlarken etraftaki yaşlı ve çocuk azınlık kalmaya başlamıştı. Kızlı erkekli büyük gruplar halinde gelen ve çoğu öğrenci olan genç kesim, ellerinde yiyecek poşetleriyle yumuşak çimlerin üzerine oturuyorlardı.

Eh, bir zamanlar ben de onlardan farksızdım. Her geceyi dışarıda arkadaşlarımla geçirmek yapılacak en iyi şey olarak gözüküyordu. Büyüdükçe fikrim değişse de alışkanlığım değişmemişti. Özellikle haftasonları evde öylece oturmak rahatsızlık veriyordu. Dışarı çıkmak, içmek bana artık huzur vermeyi geçen alışkanlıklarıma eklenmiş bir aktiviteydi.

Arabama ulaştığımda itiraf etmeliyim camları bile açmayı düşünmemiştim. Hava gerçekten serinlemiş, rüzgar esmeye başlamıştı. Belki de gerçekten bende bir dengesizlik vardı. Kan fazlalığı ya da bir çeşit menapoz yaşıyordum, Brian'ın dediği gibi.

Brian..

Hayatımda kazandığıma minnettar olduğum sayılı kişilerden biri olduğunu itiraf etmeliyim.

Onunla neden oyun oynadığımı düşündüğünü anlayamamıştım. Onunla dalga geçmek ya da onu küçük düşürmek gibi bir amacım yoktu. Olamazdı da. Hislerini öğrenmem gerekiyordu, ve bunu başarmıştım.

Brian'ın bana karşı duyguları olduğunu bilmek, bilemiyorum kafa karıştırıcıydı? Demek istediğim bu yaşıma kadar kimseyle uzun süreli ya da 'ilişki' diyebileceğim bir yakınlığım olmamıştı. Bana karşı bir şey hisseden olmuş muydu? Elbette. Başta kızlar vardı. Homoseksüel olduğumu bilmedikleri için çoğunu reddetmek zorunda kalmış, bundan dolayı bir pişmanlık da duymamıştım. Erkeklerde ise durum daha farklıydı. Çevreme seksüel tercihimi açıklamadığım için gece takıldığım mekanlar dışında,bana karşı bir şey hissettse dahi, söyleyen olmamıştı. Mekanlarda ise, daha önceden de dediğim gibi, bir geceden fazlasını isteyenlerle de tanışmıştım. Kısa bir reddetme konuşması yapmak zor olmamıştı.

Brian'a gelecek olursak, bugün onu karşıma alıp ona ne hissettiğimi söyleyebilirdim, ancak bunu yapmamıştım,onu reddetmek istememiştim.

Brian'ı kaybetmek istemiyordum. Jess dışında yanında güzel vakit geçirdiğim çok arkadaşım olmamıştı. Üstüne bir de aynı evde yaşamamız paylaştıklarımızı arttırıyordu. Daha farklı hissettiriyordu.

Ona karşı hislerim arkadaşlıktan fazlası mıydı, elbette. Bir arkadaştan daha yakın hissediyordum, ancak bu, aşık olma anlamında bir yakınlık değildi. Peki kim kendisine dost olarak gördüğü biriyle birlikte olurdu değil mi? Bu soruya şimdilik yapabildiğim tek savunma, biriyle sevişmek için ortada duygusal bir birliktelik olmasına gerek olmadığı görüşümdü. Kendi savunmamı çürütecek bir dolu nedene de sahiptim. Başta şu soru geliyordu: Brian sıradan biri miydi?

Hayır,değildi.

Çözülmesi gereken bir insandı Brian. Bir kere tanıdığınızda ya da içindeki duygusallığı gördüğünüzde elinizden bırakmak, kaybetmek istemiyordunuz. Tam da bu yüzden onu öylece reddedetmemiştim. Hem, sahte öfkesiyle doldurduğu bakışlarına bakarak nasıl derdim 'Ben seni o şekilde sevmiyorum.' diye.

Bencillik ya da her neyse, Brian'ı kaybetmek istemiyordum.

*
Arabayı sürmeye başladığımda eve gitmek istemediğimi fark etmiştim. Mekanlar bu saatte kalabalık olmazdı zaten. Bir şeyler içerken aynı zamanda kafamı dinleyebilirdim.

Yuvarlak taburede barmene dönük otururken dirseğimi tezgaha yaslamış çenemi elime koymuştum. Alkollü bir kokteyl tüm renkleriyle ve üstündeki küçük süsleme şemsiyesiyle önümde duruyordu.

The Love You Have In YouWhere stories live. Discover now