On dakika vaktim kaldığını gördüğümde saçlarımı topluyordum. Sıkı bir at kuyruğu yapıp kot ceketimi giydim. Bununla üşür müydüm bilmiyordum ama o an pek umurumda olmadı. Güneşi gördüğümde ince giyinme aptallığım her sene ilkbaharda yaptığım aptallıklardan sadece bir tanesiydi.

Evden aceleyle çıkıp koşa koşa İremlere geçtim. Neyse ki evlerimiz yakındı ve hiçbir zaman bu konuda sıkıntı çekmiyordum.

"İki dakika kadar daha geç gelseydin eve alınmayacaktın." Kapıdan içeri geçerken İrem'in delici bakışlarına maruz kalmıştım ama bunu sallamadım. Çünkü harika bir kısır kokusu burnuma geliyordu. Ayaklarım beni direkt olarak mutfağa yönlendirirken arkamdan söylendiğini duydum.

"Altın günü mü var lan?" Sofranın başında çaylarını höpürdeten kızlara bakıp ben de kendime bir çay doldurdum. Duru yanındaki sandalyeyi oturmam için çekti.

"Altının varsa neden olmasın reis?"

Rüya bana laf attığında ondan önündeki boş kaseyi istedim. Çenesi yerine eli çalışırsa onun için daha hayırlı olurdu.

Kase elime ulaştığında ortada duran kısırdan koca bir kase dolusu önüme aldım. Başka bir şey yememe gerek yoktu. Hayatımın sonuna kadar kısırla beslenebilirdim.

"Açlıktan sormayı unuttum," dedim sonunda ağzım boşaldığında. "Ayağın nasıl Duru? Tamamen iyileşti mi? Bugün doktora gidecektin."

Duru çayını yudumladıktan sonra yanıtladı. "Hee, iyi. Tamamen iyiymiş. Koşabilirim artık. Gerçi, kıçımı zor kaldırıyorum normalde ama. İnsan seviniyor tabii..."

Duru'nun ayağının kırılması üç buçuk ay önce bizim için tamamen bir şok sebebiydi. Yılbaşı tatilinde Uludağ'a güya kayak yapmaya tatile gitmiştik ama o kayaklar bize girmiş ve her şey berbat olmuştu. Çağlar ben ve Duru rezalet bir üçlü olduğumuzdan elbette düzgün kayamamıştık. İçimizdeki en şanssız insan Duru olduğundan kırılan ayak da onunki olmuştu. Neyse ki şu an iyileşmişti ve yeni kazalara yelken açabilirdik.

"Musibet sırası kimde şimdi?"

İrem'in sorusunu ben yanıtladım. "Ben gibi duruyor ama uzak dursun ya. Muazzamım şu sıralar."

Rüya pis pis sırıttı. "İyi olur tabii. Sevgilinle gününü gün ediyorsun. Derslerin iyi, bizim gibi muhteşem arkadaşlara sahipsin. Daha ne olsun?"

Gözlerimi devirdim. Barlas'la sevgili olmadığımı şu aptal sürüsüne bir türlü anlatamıyordum. İnatla kabul etmiyor ve ondan sürekli sevgilim olarak bahsediyorlardı.

Barlas'la izlediğimiz derbiden sonra ona istediği gibi zaman tanımıştım. Bu süreç zarfında eskisinden daha yakındık ve birbirimizi tamamen tanıdığımızdan emindim. Hem bizim için de iyi olmuştu bu süre. Arada, tamam, çoğu zaman ona sarılıp bağrıma basmak istesem de bunu şimdilik erteliyordum. Her şey bittiğinde, o karar verip bana bütün olan biteni anlattığında ve birbirimize gerçekten ait olduğumuzda bunu hep yapacaktım zaten. Şimdilik idare ediyordum.

"Sevgilim değil demekten dilimde tüy bitecek artık."

Kimse yine bana inanmadı tabii ki. Bu andavallardan ne bekliyordum ki ben zaten?

O sırada telefonum çaldığında benden önce yanımdaki Duru bakmıştı. "Sevgilin arıyor," dedi ve telefonu elime tutuşturdu. Gerçekten tam da zamanıydı ya... Yine alay edecek bir şey bulmuşlardı kendilerine!

Telefonu açıp kulağıma götürdüm. Ağızları açık bir şekilde beni dinliyorlardı. Bu uyuzların yanında elbette bir şey konuşmayacağımı bildiğimden kalkmaya yeltendim. Fakat Duru canavarı beklediğim gibi bana engel oldu.

KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)Where stories live. Discover now