Üstümdeki hırkaya sarılmadan önce saçlarımı tek bir tarafa topladım. Merdivenleri sessizce indiğim sırada aşağıdan hiç ses gelmiyordu. Oğuz ve Çağlar yukarıda Çağlar'ın odasında kalıyordu ve aşağıdaki misafir odasında Egemen ve Barlas vardı.

Misafir odasının kapısına geldiğimde yavaşça tıklattım. İçeriden "gel" kelimesine benzettiğim bir cümle duyduktan sonra kapıyı fazla ses çıkarmadan açtım. Kafamı fare gibi içeri uzatırken gözüme ilk olarak götü başı farklı yerde yatan Egemen çarptı. Üstelik üstünde yorganı yoktu. Yorgan neredeyse yere düşmek üzereydi. Kısa kolluyla öylece yatıyordu gerizekalı.

Başımı yana çevirdiğimde Barlas'ı yatakta doğrulurken buldum. Başıyla gel işareti yaptığında kapıyı biraz daha aralayıp bütün vücudumu içeri soktum. Birkaç adım atıp iki yatağın ortasına geldiğimde kollarımı birbirine kavuşturmuş Barlas'ın yüzünü inceliyordum.

"Uyku mu tutmadı öküzello?"

Karanlık odada telefonunun ışığı onu görmemi sağlıyordu.

"Döndüm durdum ama uyuyamadım. Görünüşe göre seni de uyku tutmamış boncuk."

Gülümseyip başımı kapıya doğru çevirdim. "Madem uyku tutmadı, gel bir kahve zıkkımlanalım o zaman." Bu teklifi neden yapmıştım bilmiyordum ama fena fikir değildi. Hem uykumu açardı... Şimdi uyumak varken neden buradaydım hiçbir fikrim yoktu. Hepsi yukarıdaki cadalozların yüzündendi.

"Daha da zıbaramayalım yani? Olur."

Şu saçma fikirlerime katılmasına bayılıyordum. Kendimi daha az gerizekalı hissediyordum.

O yataktan kalktıktan sonra üstünü başını düzeltti, bense Egemen'i dürtükledim. Uyanmayınca kulaklarını çekip seslendim. "Egoş, düz yat belin ağrıyacak." Mırıldanınca onu var gücümle itikledim ve "normal" bir pozisyon haline soktum. Üstünü de örttükten sonra saçlarını karıştırıp kapıya yöneldim. Barlas kapının dibinde dikilmiş bana bakıyordu.

Ona doğru yaklaştığımı görünce odadan çıktı ve beni de kapının önünde bekledi. Ben de çıktıktan sonra sessiz bir şekilde kapıyı kapattım. Egemen'in uykusu ağırdı ama sese uyandı mı bir daha uyuyamazdı. Bu yüzden dikkat etmiştim. Yoksa bana neydi canım?

Birlikte mutfağa doğru giderken konuştu. "Egemen senin için başka, değil mi?" Bu cümlesine direkt olarak gülümserken yine kendime engel olamamıştım. Olmak isteyen de yoktu zaten.

"Hem de nasıl başka. Çok başka."

Onun da yüzünde gülümsemeyi yakaladım. Bunun nesi hoşuna gitmişti ki? Meraklanmıştım. "Neden gülümsedin?"

Kaşlarını çattı. "Gülümsemeyeyim mi?" Tek kaşımı kaldırdım. Bu numarayı yiyecek biri kalmış mıydı acaba?

"Hadi hadi, düzelt şu kaşlarını. Yeme beni." Elimi dudağının kenarına götürüp gülümsemesini sağladım. "Hep gülmeni isteyeceğimi çok iyi biliyorsun." Elimi çektikten sonra da gülümsemesi yüzünde kaldı.

Ben de biraz öyle kalakaldım. Ardından kahvelerin olduğu dolaba gittim. Çok da kaptırmamak lazımdı...

"Filtre kahve yapıyorum. Türk kahvesini sabah ayılmak için içeriz." Bir şey demedi. Ben de demesini beklemeden filtre kahveyi yapmaya başladım.

Kısa sayılabilecek bir süreden sonra kahveleri masaya koydum ve çaprazındaki sandalyeye oturdum. Dirseğimi masaya koyup kahvemi yudumlamaya başladığımda o da kafasına dikliyordu.

Yok abi, tadını çıkarmak yok bizde. Direkt mideye gidecek. Ben de yarılamıştım bile bir dikişte.

"Yarın zombi olacağız, biliyorsun değil mi?" Uzun kirpiklerini kırpıştırdı. "Bizim için çok farklı bir durum değil sanki ya. Geçen haftayı, ondan önceki haftaları falan baz alırsak..." Dediğinde aşırı haklıydı. İki salak olarak geceleri görüntülü konuşup yemek yiyorduk. Bunu neden yaptığımız konusunda en ufacık bir fikrim bile yoktu.

KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)Where stories live. Discover now