41 final

713 72 58
                                    

İki buçuk ay sonra.

Eski patronum, manyağın tekiydi. Her sabah erkenden kalkar, klasik renkteki takım elbiselerini giyerdi. Saat tam altıda evinin önünde olmam,  altıyı beş geçe evden çıkmış olmamız gerekirdi. Hiç sekmez garip rutinleri ve takıntılı halleri sayesinde şirketteki herkes ondan korkardı. Ben ise onun manyak olduğunu kabul ederdim ama ondan korkmazdım.

Patronum, minicikti çünkü. Altın saçları ve zümrüt gözleriyle asildi, zenginliğinin bir belirtisiydi sanki vücudundaki her bir parça. Eşsizdi, zengin elma kokusu sanki bir tarla geziyormuşsunuz ferah bir his verirdi. Ferahlık hissiyatı ona hiç yakışmıyor sanardı insanlar ama gerçek tam tersiydi. O benim pek sevgili patronumdu ve her şey ona yakışıyordu.

Tüm o manyaklıklar, o takıntılar onu o yapıyordu. Her sabah altıda kalkıp işe gidiyordu, asansöre binmeden önce ilk üç katı merdivenle tırmanır, kendi ofisine girmeden önce beş dakika koridordaki tuvalete girerdi. Her sabah şaşmaz bir sekreter toplantısı yapardı ve gününün üstünden beş dakikada geçerdi. Öğlenleri glutensiz yemeğini yerdi, gecelere kadar çalışırdı.

Eğer tüm bunları yapmazsa benim minik sayko patronum olmazdı. Hiçbir özelliği kalmazdı.

Hayır. Yalan söyledim.

Tüm o manyaklıklar hoşuma bile gitse, onu farklı bir bakış açısından yeniden görmemi sağlayan her şey bu takıntıları gerçekleştiremediği zaman başlamıştı.

Ve şu an saat dokuz olsa dahi, evde benimle olmasından ne kadar memnun olduğumu anlatamazdım. Beraber uyuduğumuz, beraber kalktığımız bir hayat stiline alışmak zor olmamıştı ama kolay da olmamıştı. İkimizin de kendine göre bir düzeni vardı ve sözüm ona onun düzeni benim için askeriye sistemi, benim düzenimse onun için çingene sistemiydi.

İlk gece birbirimizin gözlerinin içine bakıyor, gergin bir şekilde yatakta kazık gibi yatıyorduk. Ben bir hata yapıp yataktan beni atmasını bekliyordum, o ise doktorun azarlarından sonra benim yaralarımdan çekiniyordu.

Neyse ki bir hafta sonra dikişlerim alınmış ve ben de aynı yatakta uyumanın gerginliğini üstümden atabilmiştim. Şimdilerde her sabah çıplak sırtına veya göğsüne öpücükler kondurarak onu uyandırıyor, o ise benim kolumu ısırarak bana öpücüklerimi iade ediyordu.

Sanki hiçbir şey değişmemiş ve aynı zamanda her şey değişmiş gibiydi. Onunla aynı yatakta yatmak ve uyanmak değişime, her sabah robot gibi kıyafet giyinmesi ise değişimin sınırına bir örnekti.

Kahvaltı kültürü olmayan patronumu doyurmaya çalışırken karnıma ağrılar girse de son zamanlarda, benden önce uyandığı zamanlarda, kalktığımda en azından kahve suyunu koymuş oluyordu. Bunu görmek bile yüzümde şapşal bir gülümsemeyi peydahlıyordu.

Ben, hastaneden ayrılırken evini satılığa çıkarttığını duymuştum ve neler olduğunu merak etmiştim ama bir cevap almak yerine, bir ev almıştım.

"Burası neresi?" demiştim araba uzun ağaçlık patika yolu geçerken.

"Evimiz."

Elim kapı kolunda donup kaldı ve eve bakakaldım.

"Ne?!" Ona dönüşüm yıldırım hızındaydı ve henüz iyileşmiş olduğumdan boynum ani hamleden sızlamıştı.

Gözleri kucağına düştü, "Yani eğer istersen..." Telaşlı sesi tüylerimi diken diken etti ve ona dikkatle baktım.

Her şeyiyle orada dikilmiş bana onunla aynı evde yaşamak ister miyim diye soruyordu.

"Sen aptal mısın?"

fake it til feel it [boyxboy]Donde viven las historias. Descúbrelo ahora