27

1.3K 136 16
                                    

Ertesi sabahlar büyüdü, büyüdü ve biz Dora'yla, her sabaha beraber gözlerimizi açmaya alıştık. Sırayla banyoyu kullanmaya, fırına kadar peşimizde kara kediyle dolaşmaya, deniz kenarında sessiz sessiz vakitler geçirmeye ve kahvaltının ardından karşılıklı koltuklarda kahvelerimizi yudumlamaya alıştık.

Minicik evi, bir yuva haline getirdik. Yalnızca bir haftada. Kocaman bir saatin minik iki dişlisi olduğumuzu kabullenmiş gibiydik. Bu korkunç dünyada, iki minik insan olduğumuzu. Bizden daha önemsiz olan her şeyin önemini görmüş gibiydik.

Sabahları kahvaltıyı ben yapıyorsam, akşamları yemekleri o yapıyordu. Beraber bulaşıkları yıkıyorduk ve akşamları iki duble bir şey içip fazla dozu kaçırmadan divanlarda hiç bozulmayan yataklarımıza devriliyorduk.

Bu rutin, diğer rutinden daha eğlenceli, daha anlamlıydı. Gün içinde Dora'yı çalışmadan görmek, onun buna nasıl dayandığını merak etmeme sebep oluyordu ama sormak da istemiyordum. Sorarsam büyüsü bozulurdu. Anlatacakları beni huzursuz edebilirdi. Özetle; Cahillik mutluluktu.

Dora'yla bir haftadır pek konuşmuyorduk. Kavga etmektense konuşmamayı tercih edeceğimden buna da sesimi çıkartmıyordum.

Ancak pazar akşamına geldiğimizde, beraber yataklara düştüğümüzde sokak ışığının vurduğu yerden onun zümrüt gözlerini gördüm. Başım yastığın üstünde, yanağım toplanmış bir halde ona baktım. O da benden halliceydi ve yüzünde şeffaf bir ifade vardı.

"Sıkılıyor musun?" dedim ona.

"Neden sıkılayım?"

"Burada olmaktan."

"Sen sıkılıyor musun?"

"Hayır." dedim tereddütsüz.

Derin bir nefes aldı ve odayı salladı sanki nefesiyle. Sonra dertli nefesini verdi ve odayı karanlığa boğdu. Cevabını o nefeslerle vermişti aslında.

"Herkes bu hayat için çabalıyor. Neden olduğunu da anlıyorum. Deniz kenarında bir ev, çalışmadan yaşamak ve param var mı diye düşünmeden istediklerini almak istemek. Çok güzel gibi."

Ofladı.

"Ama benim için değil işte." diye devam etti. "İş düşünmediğim zamanlarda düşünebildiğim tek şey; her şey oluyor. Bunun çalışmaktan daha yorucu olduğunu biliyor musun?"

"Ne düşünüyorsun?"

"Hayatın ne kadar anlamsız olduğunu desem, çok güler misin bana?"

"Sana hiç gülemedim daha. Bu lütfu bahşet bana."

"Nineme göre ben ailem ölmeden önce hayat dolu bir çocuktum ama olmadığımı aslında ikimizde biliyoruz. Sadece ailemin ölümü bir bahane gibiydi onun için."

Her cümlesinin hatta her kelimesinin arasında uçurumlar vardı. O uçurumları birbirlerine bağdaştırıp bir köprü yapmam gerekiyordu.

"Küçükken ailem beni camiye vermişti. Kur'an falan öğrenmem için. O zamanlar herkesin sesli dua ettiği bir an vardı, herkes istediklerini söylerdi. Kimi çocuk abur cubur isterdi, kimisi arkadaş, kimi bir kitap veya oyuncak. O zamanlar düşünmüştüm, koskoca Allah'ı neden böyle ufak şeylerle meşgul ediyorlardı? Tanrı'nın daha yüce olması gerekmez miydi? Neden insanlar Tanrı'yı çağrı merkezi ya da Getir uygulaması gibi kullanır ve yalnızca istedikleri zaman bağlanabildikleri bir ağmış gibi ellerini açarlar Caner?"

"Çünkü sahip olana kadar çaresizsin ve herkes çaresizken kendisinden daha büyük bir gücün onu sana verebileceğini düşünmek ister. Bu bir gönül rahatlatmasıdır aslında. İyi ve yüce bir figürün varlığıdır insanı yatıştıran. Ve aynı şekilde kötü ve yüce bir figürün varlığıdır insanı günaha sokan."

Altın rengi ışık aramızda açıldı sanki. Bir sahnenin ışıkları altındaymış gibi gözlerinden gözlerimi çekmeden bitirdim aklımdakileri.

"Bu her şeyi basitleştirmek değil midir? Mesela ben bundan yirmi altı sene önce yoktum. Bundan, bilemedin, otuz kırk yıl sonra da olmayacağım. O halde neden varım? Neden şu an buradayım? Tanrı'ya dua etmek için mi? Onun yarattığı bir oyunda gereksiz bir piyon muyum? O halde neden böyle hissediyorum? Bir piyon gibi hissetmem hatta hiç hissetmemem gerekmez mi?"

"Zaten öyle hissediyorsun. Hiçmiş gibi. Duygularından uzak, düşüncelerinden kaçak. Bu şekilde yalnızca bir piyon olabilirsin."

"Sen nesin peki?"

"Ne olmak istersem o'yum. Bu oyunu yaratan da benim. Bu oyunun piyonu da şahı da. Hissettiğim sürece istediğim her şey olurum."

"Şu an ne olmak isterdin peki?"

"Sevilen bir adam."

"Sevilen bir adam mısın peki?"

Dudaklarım bir iple çekilmiş gibi yukarı kalktı. "Kafamda öyleyim." dedim ukala bir halde.

"Bu kendini kandırmak değil midir?"

"Bundan bilemedin otuz kırk yıl sonra yokum zaten. Bırak da kanayım tatlı yalanlara."

"Bunları düşünmemek için mi seviyorsun beni? İnsanlar bu yüzden mi bu kadar sevmeye meraklı? Sevince bu düşünceler durur mu?"

"Sana yalan söylemeyeceğim. Sevgi iyileştirir, lafı bir yalan. Sevdiğin zaman korkunç düşüncelerin durmaz ama en azından beraber düşünecek birisini bulursun. Bu yüzden sevgi iyileştirir diyorlar. Aslında sevenlerin hepsi beraber deliriyorlar ve iyileştiklerini sanıyorlar."

"Bu..." dedi yeşillerindeki baki parlaklıklarla. "Etkileyiciydi."

Beni etkileyici bulmasına saf bir haz duydum. İçimdeki tüm duygularla ona baktım. Ruhumdan ona doğru akan her şeyi içine çekti nefesleriyle.

Ayağa kalktığını gördüm göz ucuyla. Gözlerim kapanmak üzereydi ama onun adım seslerini duydum. Adımlar yatağımın ucunda durdu. Bir saniyelik duruşun ardından yatağın bir tarafı düştü. Ağırlığından.

Yanıma uzandı ve duş jelinin limon kokusuyla onun kokusu karışarak ciğerlerime doldu.

"Neden?" dedim zar zor.

"Beraber yatabiliriz." dedi usulca.

"Beraber delirebilir miyiz peki?" dediğimde gözlerimi şokla açtıran bir cevapla karşılaştım.

"Çoktan delirmedik mi?"

Ondan tarafa döndüğümde gözleri büyüleyici bir güzellikte altın renginin altında parlıyorlardı. Gözlerinde evrenler, kara delikler ve yıldızları tutuyordu sanki. Baktıkça kaybolup bir yol tutturmaya çalışıyordum.

Bir kolunu başının altına koyup diğer elini yanağıma götürdü, göğsüm düzleşti hareketiyle.

"Sana hiçbir şeyin sözünü vermiyorum." dedi sessizce. "Bu içimdeki şeylerin ne olduğunu bilmiyorum ama seninle beraberken... İçim bir hoş oluyor."

Uzandı ve dudaklarımızı birleştirerek  noktalandırdı cümlesini. Hazır da bekleyen bir asker gibi dudaklarına saldırdığımda uzun zamandır susamış gibi kana kana öpüyordum onu. Kulaklarımın arkasında şampanyalar patlıyor, kutlamalar yapılıyordu. Nefesi nefesime karıştı, o ben ben de o olduğunda durduk. Sadece bir saniyeliğine geri çekildi ve sonrasında başını göğsümün üstüne atıp kalbimin üstüne bir öpücük kondurdu.

"Uyu." dedi ve sanki bunu bekliyormuş gibi gözlerim kapandı, nefeslerim düzenli bir hale büründü. Onun göğsümün üstünde kalbi ağzında yattığını bilseydim uyumazdım ama bunu gün doğana kadar öğrenemeyecektim.

***

the end

eyyyyy oldu bunlar

felsefe kisimlarini hep gece 3lerde yaziyom anlamiyosaniz sıkıntı yok ben de sabahları yazdiklarimi anlamiyom

AAAAA YARIN FINALLERIM BASLIYO IMDAT AAAAAA





fake it til feel it [boyxboy]Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum