2. Bölüm: Buruk Bir Sevinç

Start from the beginning
                                    

Adam, kadını kendine çekerek sarıldı ve: "Şşş..." diyerek devam etmesini engelledi. "Tamam Sena, biliyorum. Ama daha zamanı var. Bir şekilde annemle konuşmaya cesaret bulana kadar bu durum devam etmek zorunda."

Kadının iki omzundan tutup kendisine bakmasını sağladı. Ardından yüzüne dikkatlice baktı. Sol elini kaldırıp yüzüğünü gösterdi ve gülümsedi.

"Bir gün bundan kurtulacağım. İşte o zaman gizli kapılar ardında olmayacağız. O zaman evli bir çift olarak özgürce her yerde bulunacağız."

***

Bursa

Meryem, penceresinin bitişiğindeki fesleğenlerini ve sümbüllerini sulayıp hepsinin yapraklarını okşadı. Ona göre bu bitkiler de sevgiye açtı. Konuşulmaya, okşanmaya ve sevgi dolu gözlerle bakılmaya... Onlara ilgi gösterdiğinde sanki renkleri daha bir canlı olur, kokuları daha bir keskinleşip insanı kendinden geçirirdi. Bir elini yanağına koyup burukça tebessüm etti. Diğer eliyle de çiçeklerin yapraklarını okşayıp derin bir iç çekti.

"Kaç aydır gelmedi..."

Bunu der demez bal rengi gözleri doluverdi. Bilincinde olduğu bir durumu dillendirmek, bazı gerçekleri daha sert yüzüne çarpıyordu.

"Kapının önüne erkek ayakkabısı koymaktan yoruldum. Hem artık ablama da gidemiyorum sık sık... Kimseye yük olmak istemiyorum. Bazen korksam da, en ufak bir tıkırtı işittiğimde yüreğim yerinden çıkacak gibi atsa da, alıştım. Acıya alıştığım gibi korkuya da alıştım. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?"

Sıcacık bir yaş, esmer yanağından süzülüp masaya damladı.

"Seni hiç sevmemiş olan bir adam için ağlamaya değer mi, deme. Zaten bu duygu akılla kontrol edilseydi çoktan vazgeçerdim ondan. Ama öyle değil... İnsan, ne kadar uğraşsa da yüreğine söz geçiremiyor. Bunu, o bana defalarca kez 'seni sevmiyorum' dediğinde anladım. Bana bir düşmanmış gibi bakan o gözlerin ağırlığı altında ezilirdim. Bir insan tüm nefretini gözlerinde toplayabilir mi? O, toplayabiliyor..."

Artık gözyaşlarını durdurmaya çalışmıyor ve ıslak yanaklarını silmeye yeltenmiyordu.  Kolunu masaya koyup yüzünü de kolunun üstüne bıraktı. Sarsıla sarsıla ağlarken, çaresizliğin o keskin acısını kalbinin her zerresinde hissediyordu. O kalbe zehirli bir diken batıyor gibiydi. Bazense yanıyor gibiydi. Yanıp yanıp sönmüyor gibi...

Aklına binbir görüntü gelip dolaşıyordu. Hepsi de onun kendisine olan soğukluğu ve hatta nefretine dair kısa ama oldukça sarsıcı zaman dilimleriydi. Bir şey söyleyecek olduğunda, "hemen konuya geçer misin" dediği bir anı hatırlıyordu sözgelimi. Dışarıda yürüdükleri zaman kendisinden (veya kıyafetlerinden) utanır gibi aralarında uzak bir mesafe bırakmasını... Odada tek başına uyurken hiç açılmayan o kapıyı... Yalnızlığını... Gittikçe büyüyen, gittikçe tüm evi kaplayan bu hazin yalnızlığını...

Hıçkırıklarının arasından "pat" diye bir ses duyduğunda öyle bir irkildi ki başını hızla kaldırıp arkasını döndü. Kendini bütün kötü ihtimallere hazırlamıştı ama buna hazırlamamıştı. Kızaran gözleri ve ıslak yüzüyle nasıl göründüğünü bile düşünmeden karşısında duran adama uzun uzun baktı. Öyle şaşkındı ki belki de bir dakika boyunca hareketsizce ona baktı. Şoku atlatmaya başladığında bakışlarını ondan ayırıp yanındaki siyah el valizine baktı.

Aylar sonra gelmişti... Hem de el valiziyle... Bu da demek oluyordu ki bir süre evde kalacaktı. Yalnızca çok nadiren evde kalırdı. O nadir anlarda da kalbini kırmak için kalırdı sanki. Nice yara birikmişti o kalpte. Daha birini saramadan başka bir yerinde yeni yaralar açılıyordu üstelik...

ÂdemWhere stories live. Discover now