1. BÖLÜM

37.1K 964 324
                                    

Hızlı adımlarla ve devasa enerjimle yanlarına giderken kendimi durdurmakta zorlandım. Az kalsın bodoslama giriyordum oturdukları banka. Bu da küfür yememe sebep olmuştu tabii.

"Az daha ayı olmayı denesen dünya çok farklı bir yer olurdu." Oğuz'un kafasına gelişigüzel bir şekilde patlattım. Dili uzamıştı herhalde. Ya da kahvaltıda yürek yemiş olabilirdi.

"Çok konuşma da kalk bana bir çay al." Gözlerini devirdi ama dediğimi yaptı. Kafasının etini yememden korkuyordu herhalde garibim. Eh, ben de korkulmayacak gibi değildim.

"Hanımağa kesildi bu da. Kafana zümzüğü koydum mu görürsün. Salak." Bir yürek yiyen insan daha karşıma çıkınca tek kaşımı kaldırdım. Duru canavarı kaşınıyordu.

"Zıkkımın kökünü ye Duru. Bana bulaşma da." İyice yayıldığım bankta geriye yaslandım. Diğerleri neredeydi acaba? Başım o kadar ağrıyordu ki az önceki neşem birden yok olmuştu. Dersler kafamı ağrıtıyordu.

Bir dakika, baştan alıyorum.

Derin Egeli. Adım buydu. Tabii ki her insan gibi ben sadece bu değildim. İki kelimeden ibaret değil. Kimse değildi.

Yirmi yaşında hala lise sona giden bir kızdım. Bizimkilerden iki yaş büyük olsam da bu çok dert olmuyordu. Ya onlar benimle anlaşacak kadar çok olgundu ya da ben yirmi yaşında gibi davranmıyordum.

İkisi de değildi aslında. Yeri gelince hep beraber çocuk oluyor, yeri gelince de dünyanın en olgun insanları oluyorduk. Bu sanırım en sevdiğim özelliğimizdi.

Yedi kişilik kendi halinde bir gruptuk biz. Arkadaş grubu demek biraz ayıp oluyordu aslına bakacak olursak. Hepsi benim asla var olmayan kardeşim gibiydi. Zaten bütün ailem onlardı. Anne ve babamla aram pek iyi sayılmazdı ama bunu fazla dert etmiyordum. Varlardı sonuçta. Bana zararları yoktu, benim de onlara zararım yoktu. Yaramaz ve şımarık bir çocuk değildim. Sadece aramızda o muhteşem anne-baba ve çocuk ilişkisi yoktu.

Fakat şöyle bir gerçek vardı ki bunu çok isterdim. Yani, annemle dertleşmeyi falan. Bu mümkün olmamıştı neredeyse yirmi yıllık hayatım boyunca. Babam için öyle diyemiyordum. Onunla aramızın pek de iyi olmamasının sebebi vardı saçma da olsa. En azından bir sebebi vardı ama. Annemle yoktu. O sadece işine deli gibi aşık bir kadındı ve bana ayıracak pek vakti yoktu. Olay bundan ibaretti.

Ve hayır... Zengin, kibirli ailenin aslında ne kadar yufka yürekli olan akıllı kızı değildim. Benim anne babam da gayet düzgün insanlardı. Kötü anne baba arasında büyüyen iyi kız değildim. Sadece aralarında soğuk rüzgarlar esen bir ailenin kızıydım.

Normalde olsa kimse benimle ilgilenmiyor, kimse beni sevmiyor diye ağlayıp zırlayarak büyümem gerekirdi ama Allah'a şükür böyle bir olmamıştı. Bu da tabii ki bir kişinin sayesindeydi.

O da kuzenim Çağlar'ın. Bebekliğim, çocukluğum ve gençliğimin sahibi kuzenim. Muhtemelen yaşlılığımın da...

Bundan bir sene önce buraya taşınmıştık Bursa'dan. Önceki okulumuzdan çok da farklı değildi burası. Aynı disiplin, aynı kurallar. Bizim için değişen bir şey yoktu. İstanbul da aynı Bursa gibiydi. Tek fark daha kalabalıktı.

Taşınmıştık diyordum ama bu sadece ailem ve beni kapsamıyordu. Son senesini okumak için benimle beraber İstanbul'a gelen Çağlar'ı da katıyordum. Bizim göbek bağımız bir kesilmişti tabii ki de. Ayrılmamız tuhaf olurdu.

Yirmi yaş konusuna gelecek olursak... Çağlar ve ben okula iki sene geç başlamıştık. Gittiğimiz anaokulu gibi bir yer sayesinde olmuştu bu. Orada nasıl çocuklar olmamız gerektiği anlatılırdı. Nefret ederdim gitmekten. Hala da söverim oraya... Allah'ın avelleri, çocukluğumun kara lekesiydi orası. Boşluğun ta kendisiydi. Tek iyi şey şarkı söylemeyi orada sevmiştim. Bana kazandırdığı pek bir şey yoktu bundan başka.

KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)Where stories live. Discover now