14- Sağanak

464 66 38
                                    

Saat bir hayli ilerlemişti. San hesabı ödemek için kalkacağı sırada Mingi onun kolunu tuttu ve peşinden ayağa kalktı.

"Hesabı ben ödeyeyim."

"Hayır Mingi sen misafirsin olur mu öyle şey."

Mingi tam itiraz edeceği sırada Wooyoung uzun boylu çocuğun eline vurdu.

"Otur Mingi!"

Tanrım bu çocukta kendi annesini görmesi çok korkunçtu.

Yunho kendini daha fazla tutamayarak kahkaha atmaya başladığında Mingi yüzünün nasıl komik göründüğünün farkına vardı. O da diğerinin gülüşüne gülümserken şakayla karışık kaşlarını çattı.

"Neye gülüyorsun sen ha!"

"Azarı yiyince nasıl korktun ama."

Wooyoung da onlara gülümsedi ve içten içe ne kadar yakıştıklarını bir kere daha fark etti. Bu genç adam Yunho'yu mutlu ediyor gibi gözüküyordu. Yunho daha önce iki üç kere ilişkiye girmişti.

Fakat bunlara ilişki demeye bin şahit gerekirdi. Hepsi soğuk, korkunç ve Yunho'ya zarar vererek biten kısa süreli şeylerdi.

Omzunda hissettiği el ve tanıdık koku ile başını San'ın karnına yasladı Wooyoung.

"Kalkalım mı bebeğim?"

Wooyoung başıyla onayladı ve sandalyeye astığı kot ceketini aldı. Hâlâ didişen ikiliye gülerek seslendi.

"Çocuklar, gidiyoruz."

İkisi de hızlıca toparlanıp anne-babalarının peşine takıldılar.

Geldiklerindeki gibi San şoför koltuğuna Wooyoung onun yanına Yunho ve Mingi de arka koltuğa yerleştiklerinde Mingi hafifçe öne eğildi.

"San, benim büroya geçmem gerekiyor biraz işim var beni yol üstünde bırakabilir misin, ben sana tarif ederim."

San onu onayladıktan sonra kontağı çalıştırdı ve parktan çıktı.

"Ne işin var ki?"

Yunho sessiz bir şekilde yanındakine trip atarcasına fısıldadı.

Büyük olan bunun üzerine gülümsemişti.

"Benimle gelmek ister misin?"

"Nereye?!"

Yunho heyecanla Mingi'nin omzuna tutunmuştu.

"Büroma."

Küçük olan hevesle başını salladı, gözlerinin içi parlıyordu ve bu diğerinin çok hoşuna gidiyordu.

"Köşede durabilirsin San, hemen karşısı zaten."

"Hey Yunho sen nereye?"

Wooyoung, Mingi'nin peşinden inen gence baktı. Yunho ise sadece el sallayarak duymamış gibi yapmayı tercih etmişti.

Araba uzaklaştığında Mingi elini küçüğüne uzattı.

Karşıya geçtiler ve modern binaların olduğu caddede biraz yürüdüler.

"Aslında büroma daha var ama yıldızlar çok güzel. Biraz baş başa yürüyelim istedim."

Bunun karşılığı ise kıpkırmızı bir Yunho olmuştu.

Evet istediğini almıştı yani.

•••

T/W: Duygu değişiminin içinden geçen Seongjoong, alt üst olabilirsiniz

Önerilen şarkı: Sidewalks

Yıldızlar, el ele gülüşerek caddede yürüyen aşıklar için kusursuz bir örtü; kaldırımlar ise üzerine basıp geçtikleri bir basamaktı sadece.

Ama bu gece yıldızların güzelliği yerine kaldırımların soğukluğuna hapsolmuş bir beden vardı.

Çocukluk ettiğini yüzlerce kere kendisine söylüyordu. Abarttığını, saçmaladığını.

Daha birkaç hafta önce arkadaşlarını beklerken gittikleri lunaparkta pamuk şeker yiyişini unutamıyordu. Unutmak da istemiyordu.

Buz kesmiş kaldırımdan kalktı ve dağılmış saçlarını geriye attı.

Cebindeki telefonu çıkartıp bir çırpıda Mingi'nin numarasını tuşladı. Sonrasında ise teker teker sildi. Şimdi Yunho ile olabilirlerdi onu rahatsız etmek en son istediği şeydi.

Başka bir numara tuşlayıp kulağına götürdü.

"Seonghwa?"

"Selam Soobin, mekanda mısınız?"

"Hayır bu gece Kyun'un kumarhanesindeyiz, bir sıkıntı mı var? Aldırayım istersen seni."

"Hayır gerek yok bu hafta içinde yanına uğrarım konuşuruz, iyi eğlenceler."

"Nasıl istersen dostum."

Ne diye bu kadar berbat hissettiğini bilmiyordu. O böyle kendini bilmezce yürürken çoktan evinin önüne gelmişti. Uzun zamandır Mingi'de kalıyordu. Biraz evinde vakit geçirmek fena olmazdı.

Cebinden anahtarını çıkarttı ve deliğe yerleştirip çevirdi. Evinin içinden yayılan hafif gül kokusuyla iç çekti. Ceketini astığı gibi vakit kaybetmeden odasına çıktı. Üzerindeki fazlalıkları çıkartıp bir kenara attı ve eşofmanlarını giydi. Kendisini doğrudan yatağına atmıştı.

Yorgundu, biraz uyusa iyi ederdi. Eski derin düşünceler tekrar zihnini sararken çiseleyen yağmur sağanağa dönüşmüş genç adam için bir ninni haline gelmişti.

01.04

"BAY PARK!"

Seonghwa inleyerek gözlerini açtı. Neyin nesiydi bu gürültü. Dirsekleri üzerinde yataktan doğruldu ve başını cama çevirdi.

Tak.

Tanrı aşkına kim taşlıyordu camını.

"BAY PARK!"

Az önce halisünayson olduğuna inandığı ses tekrar sokağı doldurduğunda tek hamlede yataktan çıktı.

Camın kenarına ilerledi ve boş sokağa baktı. Ardından da kapısının önünde büzüşmüş küçük bedene.

İçinden sert bir küfür ederken yerinden fırlamıştı. Merdivenleri koşarak indi ve nefes nefese dış kapıyı açtı.

Dizlerini karnına çekmiş ve sırılsıklam olmuş beden çenesi titreyerek ona bakıyordu.

"HONGJOONG! DELİ MİSİN SEN NE YAPIYORSUN BURADA!?"

Küçük çocuk heyecanla yerden kalkıp küçük adımlarıyla koşarak kapının önünde durdu.

"BAY PARK! BAY MİNGİ SİNİRLİ OLDUĞUNUZU SÖYLEDİ! BANA MI SİNİRLENDİNİZ?"

Yağmurun gürültüsü ikisinin de seslerini emerek silikleştiriyordu. Büyük olan tüm vücudunun duygu seliyle sırılsıklam olduğunu hissediyordu ama şu an gerçekten sırılsıklam olan birisi vardı. Sinirle bağırdı.

"ÇABUK İÇERİ GEL!"

"ÖNCE HAVLU GETİRSENİZ! HER YER ISLANACA-"

Hongjoong tek adımda dibinde biten adamın heyecanını yenemeden belinde ve diz kapaklarında onun kutsal parmaklarını hissetmişti.

Panikle ellerini ensesine doladığı adamın boynundan burnuna dolan koku ile gözleri bir anlığına kapanırken bilmediği tek şey kucağında olduğu adamın da onun kokusuyla sersemlediğiydi.

Judas  // YunGiजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें