Bölüm 2-9 Anlaşma

509 104 36
                                    


Dumanı tüten kil bardakta ki çayın kokusu, battaniyenin sıcaklığı, kor şöminenin sesi, yanıklarını ve yaralarını serinleten merhemin tatlı dokunuşları. Esuna'nın ağrıyan başına sanki bulutlarda uyuyormuş gibi hissettiren rahat yastık. Bütün bunlar sahirenin biraz daha uyuması için onun kulağına güzel ninniler fısıldıyordu. Daha nerede ve ne zaman da olduğunu hatırlamamıştı. Çok da umursamıyordu. Gözlerini açmadan, boynuyla daha da yastığın içine gömüldü ve çocukluğunu hatırladı ya da rüya görüyordu, tam olarak emin değildi. Safir kalenin yazları fırın gibi kışları çivili dağların tepeleri gibi soğuk olan yatakhanesini hatırladı; bir kış vaktiydi... Kış mı? Sonbahar da değil miyiz? Olsun, battaniyenin altı sıcacık. Geniş taş tavanların büyük şekilsiz kemerleri vardı, soluk kış güneşi tepedeydi. Aşağıda fiziksel talimde olan sahir ve sahirelerin güçlü nefes sesleri ve bağırışları vardı. Esuna kafasını kaldırıp onları görmeyi denedi, sonrasında soğuk zincirleri hissetti. Zincirlediler mi beni? Neden? Telaşla kafasını kaldırıp zincirleri hissetmeyi ve görmeyi denedi, yoktular. Tekrar camdan bakınca meydanı çevreleyen burçların kıyılarında ki taştan balkonları gördü. Balkon ile burçları birleştiren tahta kapının hemen yanındalardı. Tado, Balamir ve Kiraz, üçü güçlü el jestleri ve mimiklerin eşliğinde konuşup gülüşüyorlardı. Esuna yanlarına gitmek istedi. Bir dakika? Tado yıllardır Safir Kale'de değildi ki. Balamir ise... Sahi ne olmuştu ona? Yatakhanenin küflenmiş camının önünden birinin geçtiğini hissetti sonra boş verdi. Tekrar üçlüyü izlemeye döndü, Kiraz beline kadar gelen parlak kızıl saçlarını savuruyor, ellerini garip şekillere sokup, kahkaha basıyordu. Arkasından diğerleri de kahkaha atmaya başlıyordu. Bu şekillerde komik olan ne var? Bunlar el mühürleri, büyü ustaları tarafından 'Esintisini' kontrol etmek için kullanılıyor. Öyle mi? Sen de bir sahire değil misin? Bilmen lazımdı. Hayır henüz değilim, en azından ihtiyara göre değilim... Bir dakika, evet öyleyim. Sen kimsin peki? Bir cevap gelmedi. Yatakhanenin küflenmiş camının önünden biri geçti. Ya da geçmedi, kim bilir. Tekrar üçlüyü izlemeye konuldu, tahta kapı açıldı. İçeriden Beşinci Baş Sahir gelmişti. Sonra alnında bir el hissetti, korkuyla kafasını çeviren Esuna, Beşinciyi baş ucunda gördü. Buruşmuş ellerini sahirenin alnına götürüp ateşini ölçüyordu. Elleri tütün ve merhem kokuyordu.
"Ah güzel kızım. Ne yaptın kendine."
Beşincinin sesi değildi bu. Öyle miydi? Beşincinin sesini unutmaya mı başladım? Niye unutayım ki? Çünkü öldü o. Artık duyulmaz, en azından senin için.
"Sen öldün." Esuna'nın sesi boğuk çıkmıştı, biraz da titrek. Gözleri yanmaya, kötü niyetli ufak periler dudaklarını aşağıya çekmeye başlamış, daha kötü niyetliler ise gözlerine tuz dökmeye başlamıştı.
"Sana bir masal anlatmamı ister misin?"
"Evet."
İhtiyar yavaş ve emin bir şekilde. Sanki sandalye her an kırılacakmış gibi bir dikkatle oturdu. Ayaklarının altında duran kitabı eline aldı. Kitap et ve tüyden yapılmaydı, mürekkebi kandı.
"Bu ne böyle." Diye Esuna haykırdı.
"Masal." Dedi ihtiyar sahir ve dudaklarını yalayarak ıslattı. Yumuşak sesiyle okumaya başladığında Esuna tekrar yastığa gömüldü.
"İnsanoğlunun dünyadaki ilk günlerinde, her şeyin güzel ve yeni olduğu zamanlarda hiçbir yerde ne hastalık, ne acı, ne de keder vardı. Bütün göklerin en yukarısında Gaya vardı. Güzel, hiddetli ve adildi. İnsanları da pek severdi. En fena dumanlardan onları korur, kavgalarını ve kederlerini gelip ona anlatırlardı. Gaya onları o kadar sevmişti ki, bir kıllarına bile zarar gelmesini istemiyordu. Onların karanlık düşüncelerine ışık tutar, fena dumanlardan gelmiş olanları ise hiddetiyle yok ederdi. Derken gel zaman git zaman yüceler yücesi Gaya yorulmuştu. Bitkinlik ve yaşlılık onu tüketmiş, uykusuzluk onun kararlarına ket düşürmüştü. Yine de insanlığa olan sevgisi hiç azalmamış aksine onları koruma arzusu daha da artmıştı. Vaktinin dolduğunu anladığın da hayat dolu son kanını dünyanın damarlarına akıttı..."
"Tanrılar da ölür mü?"
"Her şey ölür. Ölüm son değildir güzel kızım. Bir biçim değişikliğidir, neyse devam ediyorum?" Dudaklarını tekrar yaladı, kitaptan tüyler süzülüyordu.
"Gaya insanlara seslendi: Kanımı alın, bu sizin hazinenizdir ve insanlık kanı aldı. Onu kullanıp hastalıkları iyileştirdiler, rüzgara ve bulutlara hükmettiler, ekinlerin büyülemeleri hızlandı. Gel zaman git zaman hastalıklar başladı, acılar başladı, keder başladı. Her şeye rağmen Gaya'nın kanı gölge düşmüş akıllara şifa olamıyordu. İnsan oğlu çareyi yaratılmışların en kudretlisi Soo'da aradı çözümü. Soo ise onlara sinirliydi, her şeyin en güzelinin kanını tamahkarca kullanmalarına sinirliydi. Soo onlara bir çözüm olduğunu söyledi, mızrağını iki defa yere vurdu. Çamur ve toprak kalktı, rüzgar gürledi ve yerin altından güzeller güzeli bir kız çıktı. O kadar güzeldi ki ona bakanın zihnindeki gölgelere dağılıyor, yaralılar ve hastalar huzur buluyordu. İnsanlar kadını alıp gittiler, gel zaman git zaman insanlar kadını o kadar sevdiler ki, ona bakmaktan başka bir şey yapmayı bıraktılar. Yemek yemeyi, çocuklarını emzirmeyi, işlerini yapmayı unuttular ve teker teker solmaya başladılar. Soo'nun ise öfkesi artık geçmişti, içini pişmanlık kaplamıştı. Göklerden süzülüp insanlara baktığı vakit vahimliği gördü. Kadına geldi ve onu götürmesi gerektiğini söyledi. İnsanlar olmaz dedi. Onu alırsan ne olacak? O bizim neşemiz, gülüşümüz, aşkımız, içtiğimiz su yediğimiz ekmek dediler. Soo öfkeyle haykırdı. 'Hayır, hayır. Sizin yediğiniz ekmek, içtiğiniz su dünyadır. Neşeniz, gülüşünüz, aşkınız insandır. Kuvvetsiz eylemeyin kendinizi.' İnsanlar ise Soo'ya daha çok öfkelendiler, Gaya'nın kanını alıp onun üstüne sıçratmaya başladılar. Soo ise kederle göklere döndü. İleri ki vakitlerde bir insan çıkageldi, ismi ateşten yazılmış, gümüşlerle örülmüştü..."
Masal Esuna'yı mest etmişti. İhtiyarın sesinin kesildiğinin sonradan farkına vardı. Uyku onu içten içe karıncalandırıyor, yatak onu daha da derinlere çekiyordu. Derinlere, derinlere...

"Uyanma vaktimiz geldi Esuna."
"Biz mi?"
"Evet biz! Uzun zamandır gölgelerinde bekliyoruz."
"Siz kimsiniz?"
"Müziğin sesini duyuyor musun? Ahh. Notalar."
"Beni korkutuyorsunuz." Esuna kalbini hissetti, sonra bir karıncalanma "Gözlerim nerede? Göremiyorum."
"Artık bize ait. Açız, soğuk dumanlarda yiyecek, kül ve tuzdan başka hiçbir şey yok!" Ses soluk notalardan, vahşi bir hayvanın hırıldamalarına dönüştü.
Karanlık bir ufuk gördü Esuna. Yer de bir su birikintisi vardı, ayaklarının ucundan ufka ve ötesine kadar uzanıyordu. Tuzdan heykeller gördü sonra, hepsi kendisine benziyordu, hepsi sakattı. Kimisinin gözleri, kimisinin kolları ya da parmakları yoktu.
"Zincirleri çöz. Kapıları aç! Bırak bizi."
"Evet... Evet." Dedi Esuna kendi kendine, vücudu yolunmaya ve erimeye başlamıştı. Sonra karanlık arttı, arttı ve arttı. Artık kendi kendini boğan bir okyanusa dönmüştü. Okyanusun en dibinden kendini izliyordu. 
Derken bir ışık yükseldi. Parlak, güneşten bile sıcak. Bir lamba mı o? Evet öyleydi, her şeyden güzel. Etrafı aydınlatan, güven veren bir lambaydı. Bir taşıyıcısı vardı. Beyaz, uzun yakalı bir cübbenin altına saklanmıştı.
"Sahirlik bir spordur. Bir bayrak yarışı. Bayrağı alırsın ve senden sonrakine götürürsün."
"Bitiş de ne var?"
"Bilmiyorum. En zevkli tarafı da bu."

SAHİR - Balamir EfsanesiWhere stories live. Discover now