Bölüm 2-6 Anlaşma

552 105 40
                                    

Savaş kimin haklı olduğunu değil, kimin kalacağını belirler.  -Bertrand Russell
   

   Savaş rahiplerinin ve Frejli şamanların inancına göre, Tanrı Soo'nun mızrağı kimseyi kayırmaz ve ona layık olanları her zaman sınamayı sever. Bir savaşçının ahlakı ve inançları mızrak için önemli değildir. Sadece cenk meydanında gösterdiği nitelikleri önemlidir. Derler ki Soo zaman zaman değerli savaşçıların kaderlerinin iplerini birbirlerine düğümler ve onları uzaktan izlermiş. Netice de değerli bir rakip aramayan savaşçı, gerçek bir savaşçı olamazdı.


   Sabah çiği ile beraber Maradon boğazında kışın habercisi kabul edilen meşhur sabah ayazıyla, güneş doğmuştu. General Salur çadırının önünde yeni doğan güneşin sergilediği, yeni yağmış kar kadar beyaz olan Tagda surlarını izlerken, ağızında ki son lokmayı çiğniyordu. Generalin bu şehri ilk görüşü ile kuşatmanın başladığı tarih aynıydı. En başlarda, bu şaheseri ilk defa gören herkes gibi hayranlık duysa da son zamanlar da sinirini bozmaya başlamıştı. Surların her zaman yeni boyanmış ve cilalanmış gibi durması. En ufak bir çatlak bile olmaması, onun için yaptıkları her şey boşaymış gibi düşünmesine sebep oluyordu.

"Efendim beni arzu etmişsiniz."
Bu cümle ile beraber General kafasını surdan kaldırıp yanına yaklaştığını fark bile etmediği, şövalyeye kafasını çevirdi. Kül sarısı uzun saçları diz çökmesi sebebiyle yüzünü kapatan bu genç şövalye, Salur'un gözde öğrencileri arasından en yeteneklisiydi. Stratejik zekası, kılıçtaki ustalığı, azizleri bile kıskandıracak bir mukayese yeteneği ve adalet anlayışı ile çok kısa sürede Noksul ordusu için de göze çarpmayı başarmış bu tapınak şövalyesi. Zaten de bu sebeple şuan buradaydı.
"Ayağa kalk Sör Bediver. Gel." Dedi General Salur ve kampın tam merkezinde yer alan aynı zaman da kendi çadırına çok yakın olan. Harp toplantılarının yapıldığı, büyük kırmızı çadıra yavaş adımlarla yöneldi. Yirmilerinin başında ki genç şövalye ise hemen arkasından gümüş renkli, uzun gösterişli pelerini ile geliyordu.

Çadıra girdikleri gibi Salur kendini büyük masaya en yakın sandalyeye attı. Bediver ise ayakta öğretmeni ve generalinin emirlerini merakla bekliyordu. Kısa sessizliğin ardından, Salur gururlu bir sesle konuşmaya başladı.
"Yarın şafakta surlara son kez saldırıyoruz. Bugün Terven'den mesaj geldi, şafakta kapıları bizim için açacaklar. Kral ise senin ön saflar da ilk saldırıyı komuta etmene karar verdi." Cümlenin sonlarına yaklaştıkça Salur'un sesi git gide yüksek ve coşku dolu çıkmaya başlamıştı. Cümlesi bittiği gibi ayağa kalkıp Bediver'e sol koluyla sıkıca sarıldı. Bediver anın sersemliği ile tepki veremese de, mutluluğu deniz rengi gözlerine kadar işlemiş gülüşünden kolaylıkla anlaşılıyordu. İkilinin sarılması bittikten sonra Bediver hızlıca kendine gelip tekrar dizlerinin üstüne çöktü.
"Bu görevi memnuniyetle yerine getirip, kralımı ve ülkemi onurlandırmaktan şeref duyarım efendim!"
Şimdi heyecanı sesinden de belli olmaya başlamıştı. Salur ise gülümseyerek ayağa kalkmasını söyledi ve konuşmaya devam etti.
"Daha önce de ufak savaşlar görsen de bu seferki diğerlerine benzemeyecek. Kan gövdeyi götürecek, buna hazır olmalısın."
"Tabii ef..."
"Sözümü kesme sadece dinle. Şehrin bir defa içine girdik mi, askerlerin içinde ki şeytan ortaya çıkacak. Yağmalar, tecavüzler ne dediğimi anlıyorsun değil mi?"
"Evet efendim. Askerlerimin böyle onursuz davranışlara karışmamaları için elimden gelen her şeyi yapacağım."
General Salur derin bir iç çekti. Almaktan korktuğu cevap buydu. Dürüst, onurlu bir zihin, insan elinden çıkmış vahşete alışmamış bir çocuğun sözleriydi bunlar.
"Bediver söyle bana bu savaşı neden veriyoruz?"
"Asırvadi'yi yozlaşmış, zorba liderlerinden kurtarmak ve Noksul'a yararlı vatandaşlar olarak tek çatı altında birleşmek için."
"Bu kılıcını sallamak için güzel bir sebep. Peki sence orduda ki askerler de seninle aynı fikirdeler midir?"
Bediver bir süre Salur'dan gözlerini kaçırıp, yerdeki halıların desenlerini azar yiyen bir çocuk edasıyla izledi. Sonra konuştu.
"Hayır efendim. Daha önceden dediğiniz gibi buraya zorla getirildiler. Çoğunun kaçmama sebebi de korkmalarıdır."
"Doğru." Salur ellerini arkaya bağlayıp masanın etrafında yavaş adımlarla yürümeye başladı, bir yandan masadaki haritayı incelerken konuşmasına devam etti.
"Dünya da hiçbir av, hiçbir çatışma, savaş alanındakine benzemez. Kulaklarında çınlayan acı çığlıkları ve çelik sesleri ile sürekli ölebileceğini bilmek. Savaşın esaretine düşüp ne olduğunu bilemeden sadece silahını sallamak. Kaçınılmaz şekilde bedelini ödediğin galibiyetin ardından gelen sarhoşluk. Bunlar zayıf bir aklı hızlıca insanlığından dışarı sürükleyebilir. Senin gibi savaşçıların görevi sadece savaşı yenmek değildir; asıl önemli olan barışı organize edebilmektir. Ve bunun için senin de insanlığından taviz vermen gerekebilir."
Bediver büyükçe yutkundu. Hocasının dedikleri onun için korkunçtu. Sadece düşmanıyla değil kendi adamlarıyla da savaşması mı gerekiyordu? Böyle bir durum da kalırsa ne yapacağını kestiremiyordu. Yine de Bediver genç ve az tecrübeli olsa dahi kendine güveniyordu. Sırtını dikleştirip generalin gözlerinin içine bakarak büyük bir kararlılıkla konuştu.
"Kızışan savaşın trajedisini ve korkusunu bahane etmek benim için bir seçenek değil efendim. Benim komutam, bedenim ve ruhum bunun teminatı olacaktır. Ehvenişeri seçmektense gerekirse dişlerimle, tırnaklarımla kazıyarak yeni bir yol oluştururum."
Salur elini tekrar Bediver'in omzuna koyarak sertçe sıktı ve sıkıntılı şekilde gülümsedi.
"Umarım hep böyle sarsılmaz kalırsın evladım. Bu göreve senden uygun kimseyi düşünemiyorum."
"Teşekkür ederim efendim."
"Bu arada unutmadan sana bir hediyem var."
Salur çadırın sonunda ki uzun altın işlemeli sandığa doğru yöneldi. Cebinden aynı işlemelere sahip büyük bir anahtar ile sandığı açtı. İki elini dikkatlice içeri soktuktan sonra uzun, kırmızı sopalı, siyah renkli rünik işlemelere sahip olan, ucu ise büyük bir hayvan dişini andıran bir mızrak çıkardı. Yavaş adımlarla Bediver'e doğru yaklaşıp mızrağı sundu.
"Bu mızrak gençliğimiz de kral tarafından bana hediye edildi. Birinci çağdan, Ulster döneminden kalma büyülü bir eser. 'Gáe Bolg' Noksul'u birleştirirken beni kollayıp muzaffer etti. Umarım sana da aynısını yapar."
"Noksul'un en değerli hazinelerinden biri bu efendim. Ellerimde israf olur bunu kabul edemem."
"Mütevaziliği bırak. Teşekkür edip kabul et. Bu bir emirdir!"
"Teşekkürler efendim."
Bediver mızrağı ellerine alınca rünik yazılar belli belirsiz parlayıp geri söndüler. Bediver mızrağı dikkatlice incelese de, sadece Salur bunu fark etti.
"Hadi şimdi git, hazırlıklara başla."
"Emredersiniz efendim."
Bediver hala mızrağa bakarak çadırdan çıktığı vakit, Salur'un içini daha da büyük bir endişe kaplamıştı. Bu endişe çocuğun öngörülemez kaderinin eseriydi. 

SAHİR - Balamir EfsanesiWhere stories live. Discover now