Selam.

Umarım seversiniz bu bölümü☺️

Bölüm için;  Gökşin Derin - Gökyüzüm Sen  dinleyebilirsiniz.

Buyurun bölüme geçelim...

6 | GÜLLERİN İHANETİ

Uykumdan uyanıyorum birkaç küçük sesle. Uzandığım yerde sağıma dönüyorum Hoseok iyi mi diye bakmak için. Fakat onu yerinde uyurken göremiyorum. Hâlâ rüyada olup olmadığımı anlamak için gözlerimi kapatıp açıyorum ancak onun yattığı yer hiç olmadığı kadar boş duruyor. Hızla doğruluyorum. Etrafa bakınıyorum. Çadırdaki herkes uyuyor, Hoseok ise çadırın içinde yok.

Korkuyorum. Ellerim titremeye, nefesim daralmaya başlıyor. Onu benden aldılarsa, ne yaparım?

Çabucak ayaklanıp üstümü bile düzeltme gereği duymadan kendimi çadırın dışına atıyorum. Gözlerim her yerde onu arıyor. Ona dair bir iz bile görsem yeter, fakat görünürde hiçbir şey yok. Nöbet bekleyen birkaç asker dışında herkes hâlâ derin bir uykuda. Güneş henüz doğuyor, etraf tamamen aydınlanmış bile değil.

Onun gece ansızın kaçıp gitmiş olma ihtimali ile olduğum yerde duraklıyorum. Ya bana bir veda bile etmeden kaçıp gittiyse...

Yine de bir umut gitmemiş olmasını diliyorum. Yaralı haliyle ne kadar kaçabilir ki gitmiş olsa? Korku kaplıyor içimi. Ya kaçtığı yerde bulurlarsa onu, benden önce? Ya ben yetişemeden başına bir şey gelirse?

Eğer ona burada bir şey olursa kendimi asla affetmem. Çünkü onu buraya ben getirdim...

İlerlemeye başlıyorum. Etrafa bakınacağım. Gittiyse bile, bundan emin olmak istiyorum. En azından gitti, diyeceğim. Burada zarar görme ihtimali yok.

Birkaç asker, sabahın bu saatinde uyanık. Toprak zemin üzerinde, birlikte ısınma hareketleri yapıyorlar. Yanlarına yaklaşarak "Dün buraya benimle gelen askeri gördünüz mü?" diye soruyorum. Hepsi kafasını sallıyor. Onu gören yok aralarında.

Oradan ayrılıp öylece ilerliyorum. Buralarda gidebileceği çok fazla yer yok. Çadırların önünden geçiyorum birer birer. Sessizlik ürkütücü derecede fazla. Komutanın çadırının önünde nöbet tutan askerleri görünce onlara da soruyorum görüp görmediklerini. Fakat onlardan da gören veya duyan yok.

Arka taraftaki tel örgülere doğru ilerliyorum. Bakmadığım bir ora var. Eğer yoksa, sahiden de kaçmanın bir yolunu bulmuş demektir. Kafamı çevirip etrafa bakınıyorum.

Sonra, bir şey oluyor.

Hiç beklemediğim bir şey...

Onu görüyorum.

Ayağında ayakkabısı, üstünce ceketi yok. Gül ağaçlarının arasında, elinde birkaç koparılmış gülle öylece duruyor.

Koşarak yanına gidiyorum. Herkesin uyuduğu şu saatlerde komutanın gül bahçesinde ne arıyor? Buraya gelmemiz yasak bizim. Neyse ki onu burada kimse görmemiş.

"Hoseok..."

Adını duyunca irkiliyor. Daldığını bile yeni fark ediyorum. Onu bulmaya o kadar odaklanmıştım ki şimdi ne yapacağımı, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyorum. Onu bulduğum için sevinemiyorum bile.

"Neden buradasın?"

Sorum onu gülümsetiyor. Elindeki gülleri kaldırıp bana gösteriyor. Bir hazine bulmuş gibi parlıyor gözleri. Çiçekleri ben de seviyorum ancak onun bu halleri yabancısı olduğum bir sevgiye kapı aralıyor.

"Erken uyandım ve biraz yürümek istedim sadece. Bunları gördüm sonra, çok güzellerdi. Birkaç tane koparıp sana getirirsem sorun olmayacağını düşündüm."

War of Love | SopeWhere stories live. Discover now