"Hiç haz etmem yalandan, oradan bil."

"Niye inanayım?"

Dudağının içini ısırdı Hamza düşünür gibi, ellerini ıslak pantolonunun cebine soktu, "İnanma, keyfin bilir."

Adamın bu kez üzerine gelmemesiyle bozularak durdu Hasret, iki eliyle kırık kovanın sapından tuttu. Şimdiye kadar hiç yalanı olmamıştı, apaçık diyordu her şeyi.

Bunda da yoktur diye düşünüyordu.

Nedensizce bu adama güvendiğini de kabullendi o an, ayakları da bu kararı bekler gibi yanaşıp durdu onun elleri ceplerinde rahatça duran bedenine.

Öyle ağır ağır kendisini izliyordu Hamza, her zamanki o bakışlarıyla.

Dudağının içini ısırdı, elini adamın gömleğine uzatıp çekiştirdi biraz, "Çok da ıslanmamışsın."

"Hımm az geldi bana da, bir de dereye yatır."

Güldü Hasret, sonra toparlamaya çalıştı kendini, "Ama bana deseydin o akşam böyle yapmazdım."

"Çiçekleri yedirirdin ne yapmaması."

Adamın dediğine yutkundu Hasret, yanında kala kala ondan daha fesat olmuştu, pembeleşen yanaklarına rağmen başını salladı, "Sinirlenirim ben böyle şeye. Kızı hiç mi görmedin?"

"Gördüm tabi, ama sen gibi görmedim."

"Hımm.. Ben mi güzelim o mu?"

Yine güldü Hamza, Hasret'in ıslak gömleğin düğmelerinde usul usul dolaşan eli aklını karıştırsa da hoşuna gidiyordu, "Epey de güzeldi şimdi, ama bir kere attık nişanı."

Genç kızın kızarak elini göğsüne vurmasıyla belinden tuttuğu gibi kendine çekti Hamza, "Hayret, bu meseleye bir hafta kapıdan kovarsın beni diyordum."

Hasret kendisine sarılan adamdan ve üzerinin ıslağından uzaklaşmaya çalıştı bir süre, "Ay Hamza her yanım ıslandı yaa bıraksana."

Gülerek daha da kendine çekti Hamza, vücutlarını hepten bastırdı birbirine, kendi ıslaklığını Hasret'in elbisesine de geçirdi, "Al bakalım nasıl oluyormuş gör."

Görüyordu Hasret, birazdan gözünün önünde uçuşan yıldızları Hamza'ya da gösterecekti. Çünkü hissetmemesi gereken yerleri hissediyordu karnının yakınlarında.

Yutkundu, bozuntuya vermeden devam etmeye çalıştı ama adamın bakışının değiştiğini de görüyordu, "Ona değil de ıslatmana bir hafta açmam penceremi."

Hasret'in hala elinde tuttuğu kovayı alıp öteye attı Hamza, genç kızın boşta kalan elini tutup göğsüne koydu, kendi de tekrar sarıldı beline.

"Kovamı da kırdın."

"Kırmasaydım da benimki mi kırılsaydı."

"Hiyhh! Az edepli konuşsana Hamza!"

"Sen oraya atarken edepli, ben yine edepsiz." Hasret'in bakışları altında istemsizce daha da bastırdı bedenlerini birbirine, burnundan soluyordu.

"Hem... Çok sabrediyorum Hasret."

Genç kızın bir an arkasına bakıp sonra kendisine dönüşünü izledi, döndükten sonra da kollarını boynuna dolayışını, fısıldayışını, "Neye?"

"Sana... Yaptıklarına, beni yoldan çıkarışlarına.."

"Yapmıyorum ki ben bir şey.."

"Şu halime bak.."

Hem adamın kendisine yaslanan bedenine hem de üzerinin ıslağına baktı, "Almadan önce bir yıkayayım dedim kötü mü yapmışım."

Elini genç kızın ince belinden aşağı sürüdü Hamza, onun da kıvranmaya başladığını hissediyordu, "Ben de yıkayayım mı?"

"I-ı.. Seninkiyke benimki bir olmaz."

"Niye?"

"Sabredemiyorum dedin ya.. Elinden bir kaza çıkmasın."

Güldü Hamza, burada ona inanmaması gerektiği tınısını da veriyordu, "Çıkmaz merak etme... Ama tez zamanda bu işin adını koymak lazım Hasret."

Adamın yakınca duran yüzüne bakabiliyordu sadece Hasret, aralarından rüzgar bile sızmazdı bedenlerinin, "Gel konuş anamla, dur diyen mi var?"

"Ne der bu işe?"

Burnunu adamın burnuna sürterek yaklaşan yüzüne elini koydu Hasret, sakallarına dokundu, "Olmaz der."

"Olduracağız o zaman mecbur."

Adamın dudağına dudağına konuşmasıyla ne diyeceğini bilemedi, "Az uzaklaş benden."

"Niyeymiş?"

"Daha tam barışmadım senle. Kızgınım."

Azıcık geri çekildi Hamza. Hasret'in nazını çekmeyi pek bir seviyordu. Üzerinin ıslanması veya penceresinin açılmaması onun için gurur kıracak bir şey değildi.

İnsan en çok sevdiğine, ilgilendiğine kızardı. En çok ona küser en çok da ona nazlanırdı. Bu yüzden her küsmesinde, her kızmasında kendine yer buluyormuş gibi mutlu oluyordu.

"Bu kez ben de kızgınım o zaman, özür dile barışalım."

Kaşlarını kaldırdı Hasret, kolları hala adamın omuzlarında duruyordu, "Bak sen şu işe..."

"Bak tabii, ben de hayret ettim." genç kızın yüzünü süzdü biraz, "Ama yine de barışmak lazım. Küs kalmak günahtır."

"Yoo, daha barışmam ben senle."

Genç kızın belini okşadı Hamza, bir eli sırtına doğru çıkarken diğeri kalçasına doğru inmeye başladı tenine bastıra bastıra.

Tabi böyle sarılıp sarmalanınca Hasret'i bir telaştır, bir heyecandır aldı. Kalçasına inen iri elini tutmak ve devamını beklemek arasında kalsa da diğer eli de sırtında göğsüne doğru yaklaşmaya başlamış, bir yandan diğeri kalçasına ulaşmıştı bile. Nefes nefese kalıp ne yapacağını bilemedi Hasret.

Böyle durumlarda da en kötüsünü yapardı.

Elini Hamza'nın geniş omuzlarından çekip hala kendisine yakın olan yüzüne orta dereceli bir tokat attı.

Adamın başını hafifçe öteye çevrildiği görünce de ne yaptığını fark ederek dudağını ısırdı.

Öyle yapmayacaktı. Eline tokat atmayı düşünmüştü..

Ama elinden yanlış yere kaçmıştı ne yapacağını bilemeyince.

Onun bu kez sahiden, haklı olarak kızacağını bildiğinden yutkundu.

Hamza'nın ciddi suratı ağır ağır döndü yüzüne, bu kez bir telaş daha yaptı Hasret. Dudağının içini ısırdı, adamın koyu, ciddi gözlerine baktı suçlu suçlu.

Sonra da omuzlarına tutunup ayak uçlarına yükseldi, dudaklarını birleştirdi hızla.

İkincisi daha tatlı bir telaştı.

....

KÖYGÖÇÜRENWhere stories live. Discover now