Bölüm 25

7.7K 346 3
                                    

Eğer sevdikleriniz yanınızda değilse bir yeriniz kanar, acır yanar... Bir süre sonra alışırsın ama o devam eder. Artık eskisi gibi değilsinizdir. Yalnızsınızdır. Güçlüsünüzdür. Eskisinden daha çok kendinize güvenirsiniz. Çünkü böyle olmak zorundasınız. Başka bir yol göstermez hayat. Daha iyi daha güçlü olmazsanız hayatınız elinizden kayıp gider. Annem ve babamdan sonra bu dünya da ne olursa olsun yalnızdım. Akrabalarım ve arkadaşlarım vardı ama bir aile değillerdi. Güçlü olmak zorundaydım. Güçlü ve hırslı. Yoksa kinin ve yalanın olduğu bu dünyada ayakta kalamazdım. Zaten amcam gibi bir varlıkla baş ederken bir de kalbimin ritmini değiştiren bir adam vardı. Ayaz. İsmi gibi soğuk. Ve aynı zamanda kaba bir yanı da vardı. Ama derin bir üzüntü sonucunda bunların olduğu belliydi. O mutlu olmalıydı ama bundan kaçıyordu. Bunca zaman hayatını esir alan üzüntüye alışmış bir bağımlı gibiydi. Ona uzatılacak yardım elini istemiyordu. O alışmıştı üzüntüye ve onu esir alan bu duygudan kurtulmak istemiyordu. Ben Gizem YILMAZ. Bense kendi yarasına merhem olamamış bir zavallı gibiyim. Onun karşısında ne olursa olsun zavallıyım. Etrafıma ördüğüm kalın duvarları zırhları ona karşı kullanamayacak bir zavallı. Onun varlığıyla mutlu olan bir zavallı. O üzüntüye ben ise ona bağımlıydım. Ve ortak paydamızda bundan kurtulmak istemiyorduk.

Şuan toplantı için düzenlediğim yemeğe gidiyorum ve heyecanlanmak yerine sakin olmam gerekiyor ama olmuyor. Bu toplantı benim ilk iş girişimim. Hem bunun heyecanı var hem de Ayaz'ı uzun zaman sonra göreceğimin heyecanı.

Annem ve babamı kaybettikten sonra sevdiğim insanlara verdiğim değer daha da arttı. Onlardan sonra kaybedeceğim bir şey olamaz derken Ayaz karşıma çıktı. Bana acılarımı hafifleten bu adama karşı bu kadar bağımlı hale geldiğimi bilmiyordum. Üç ay boyunca onu görememek onu varlığını hissedememek bana bu kadar zor geleceğini tahmin bile edememiştim.

Araba yavaşlayıp bir süre sonra durunca şoförün inmesini beklemeden dışarı çıktım. Üç katlı lüks bir restoranttı. Restorana doğru ilerlerken park alanına Ayaz'ın arabası girdi. Onu beklemek ve içeri girmek arasında kaldım ama kalbim kararını çoktan vermişti. Onu biraz daha erken görmekten kimseye zarar gelmezdi. Arabayı ustaca manevralarla park edip kapıyı açıp dışarı çıktı.

Siyahlar içindeydi benim gibi. Arabayı kilitleyip yanıma geldi. Kalbim yerinden çıkacak gibi hızla çarparken ona söyleyecek sözler arıyordum ama zihnim boş bir tahta gibiydi.

Yanıma gelip bir süre beni süzdükten sonra anlamsız bakışlarla bana bakmayı sürdürdü. Bu bakışlarını bile özlemiştim.

"Vazgeçmeyeceksin değil mi?" dedi aniden. Artık bakışları anlamsız değildi. Kızgındı.

"Neyden vazgeçmeyeceğim."

"Sana bir daha görüşmememiz gerektiğini söyledim ve sen bir şekilde bana ulaşmaya çalışıyorsun."

Haklıydı. Ona ulaşmak istiyordum. İstediğimde her şeyi elde edebileceğimi görmesini istiyordum. Ben onu istiyordum. Bu gerçek gözlerimin dolmasına neden olurken yere bakarak konuşmaya başladım.

"Sen kendini çok önemsemişsin. Ben sadece..."

"Sen sadece ne? Abimin Bora'ya olan zaafını kullanarak kendini kabullendirdin. Ve onu ikna bile edemedim bu işten vazgeçmesi için. Neden anlamıyorsun canının yanacağını bildiğin bir şeye neden girişiyorsun?" diye bağırdı.

Abisinin zaafından yararlanmak istememiştim. Kendimi savunmalıydım ama konuşmaya başlarsam sesimin titreyeceğini biliyordum. Önümdeydi ve onu itip geri gitmek istedim. Tam göğsünden itecekken bileklerimi tuttu ve itiraz etmeme izin veremeden hızla kendine çekti. Debelensem de kollarının arasından çıkamayacağımı biliyordum. Gururum onun yanından ayrıl diye bağırsa da şuan yerimden memnumdum. Kafasını saçlarıma gömünce kokusunu rahatça koklayabildim. Onun kendine has bir kokusu vardı kesinlikle. Eğer mümkün olsaydı bu kokuyu bir şişeye koymak isterdim.

SİSBULUTUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin