9.Bölüm

86 12 53
                                    

Herkese merhaba,

Bölüm arası maalesef çok uzadı ama kendi hayatım hız treni gibiydi, hiçbir şeye yetişemedim. Kendimi biliyorum bu hikayeyi bir görev gibi görsem eminim ki hikayeye bir daha dönemem. O yüzden ben fırsat buldukça yazmaya devam edeceğim. 

Ve okunma sayımız artıyor, bu beni çok mutlu etti 🧡

Multimedyada Öpmem Lazım şarkısı var, bölümü yazarken kafamda arkada çalan müziği eklemeden geçemezdim 😅

Çok uzatmadan bölüme geçiyorum, yorumlarınızı ve oylarınızı merakla bekliyorum 💋

〰〰

〰〰

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

〰〰

"Gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara. Sevmesem seni bir daha. Paramparça etsem yüreğimi cam gibi. Sonra yaksam... 
Savursam küllerini karlı dağlardan açık denizlere.
Yine de seni severdim toz toz, yine sana tapardım küllerimin ağırlığınca.

Aşka Dair Nesirler, Ümit Yaşar Oğuzcan" 

〰〰

Üstünde minik minik mavi çiçekleri olan rengi rutubetten sararmaya yüz tutmuş, ağırlığı benim on katım olan bir yün yorganım vardı. İlk defa bana ait olan bir eşya olduğundan mıdır bilmem, onu pek bir severdim. Aslında ilk sahibi ben değildim. Bir abla vardı; muhakkak ki bütün eşyalarını yenilemek istemiş ve eskilerini çöpe atmak için toparlamıştı. Ben ise o soğuk kış akşamında evime giden, yolları her daim çamurla kaplı sokakta yürürken paslanmış çöp kutusunun yanında o ablayı görmüştüm. Başına bağladığı örtünün o canlı mı canlı mor rengi halen daha hatırımdadır. Ayağında basmadan bir etek, üzerinde ise krem rengi uzunca bir hırkası... Ayaklarının hemen dibinde büyükçe bir çanta. Kocaman açtığım gözlerimle izlerken çantaya davranmasıyla eşyalarını atacağını fark etmiş, küçük bedenimden beklenmeyecek bir çeviklikle ablaya doğru koşmuştum.

Ancak o beni hırsız sanmış olsa gerek, hemen geri çekilip uzunca bir besmele çekmişti. Sonra hızla göğsüne koyduğu elini beline indirmiş, incecik dudaklarını dişleyerek hoşnutsuz bir tavırla beni incelemişti. Sarımtırak gözleri, aksinde kendimi görebileceğim kadar büyüktü.

Üzerimde kirli olduğu için utandığım giysiler vardı. Nedense kendime hiç yakıştıramadığım bunca kir, pas bana yapışmış ve yakamı bırakmamıştı. Muhakkak ki yüzüm de sokağın onca pisliğinden nasibini almıştı. Utandığımdan dolayı sesim her daim alçak bir perdeden yayılırdı.

"Abla," demiştim korkarak. "Atmasan olmaz mı? Bana ver de pislenmeden evime götüreyim, lüften."

Bazı harfleri zaman zaman karıştırır ve öyle telaffuz eder öyle yazardım. Küçücük yaşımda sokaktan herhangi birinden duyduğum lütfen kelimesi bana oldukça büyüleyici gelmişti. Evimde böyle kibar kelimeler hiç duymamıştım. Anlamını da bir daha hiç görmediğim bir beyefendiden öğrenmiştim ve öğrendiğimden beridir de dilim döndüğünce kullanmaya çalışmıştım. Abarttığım zamanlar sık sık olmuş, evdeki baba benimle dalga geçmişti. Kibarcık demişti uzun süre bana. Olsun desindi. Hakaret duymaktan bin kat daha iyiydi.

BAL TUZAĞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin