6.Bölüm

102 11 28
                                    

Merhabalar,

Bu bölüm geçmişe biraz inelim dedim ve küçük Narin Korzan'ı anlatmak istedim, umarım beğenirsiniz. 🧡

Bölümde bahsi geçen şarkı, Nermine Memmedova'nın seslendirdiği Ay Işığında şarkısıdır. Hikayesini çok severim. Multimedyada şarkıyı bulabilirsiniz. 💕

Keyifli okumalar, yorumlarda buluşmak dileğiyle  💋


🔗🔗


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


🔗🔗

"Derler ki zaman her şeyi iyi edermiş, zamanla her şey unutulur gidermiş, bir de bana sor,  o gözyaşları ve kahkahalar...

Bugün hâlâ canımı yakar, yüreğimi dağlar!"

1984, George Orwell

🔗🔗


Birkaç hafta sonra,

Bazen zaman, üzerimize şöyle bir peri tozu serpiştirir gözümüze toz pembeden yapılmış kör camlar yakıştırır ve gelecek günlerin güzel olacağına dair inanma gücü verirdi. En büyük acılarımı hatırlamaya çalışırdım, kendi kendime derdim ki bak ben bunu yaşadım, bak başıma neler geldi, bak ben nasıl büyüdüm... Sahi ben nasıl büyümüştüm?

Ben öylesine bir hevesle alınan bir saksı fesleğeniydim sanki de beni almışlar ve yaşatmak istemişler ancak o anlık hevesleri geçince de bir cam kenarına koyuvermişlerdi. Arada bir başımı okşamışlar ve ben bütün güzelliğimi feda etmiştim. Bir sevgi kırıntısına, bir şefkat tanesine muhtaçlığım o kadar kudretliydi ki bir baş okşamasına her daim kanmıştım. Su vermeyi ara ara unutmuşlar ama ben bütün arsızlığımla haftalar sonra verilen suya cevap vermiş solan yapraklarıma inat daha da yeşillenmiştim.

Yetim ve öksüz olduğunu bilen her çocuğun o titrek bakışları bende de fazlasıyla mevcuttu. Karnım acıktığında karnıma kızardım çocuk aklımla. Neden acıkıyordu ki? İsraf edilen yemeklerden aldığı kuru ekmek tanesi neresine yetmiyordu ki? Kime diyebilirdim benim karnım acıktı diye?

Eski, tozlu anılardan birini hatırlıyordum. Beş ya da altı yaşlarında ya var ya yoktum ki zaten çelimsiz bedenim de her daim beni küçük gösterirdi. Azıcık sıvayla sıvanmış duvarları kireçlenmiş, mütemadiyen iğrenç bir kokunun esareti altında olan tek gözlü bir evimiz vardı. O kokunun çok sonradan aslında buram buram çaresizlik kokusu olduğunu, çaresiz kaldığım anlarda burnuma çalınmasıyla anlamıştım. Bu odada üç kişi yaşardık ancak benim bir porsiyon insan bedeni etmeyen bedenimi hesap edeceksek iki kişi yaşardı. Sarı ışık yayan ve hep cızırdayan bir ampulün aydınlatmaya çalıştığı odanın tam ortasında kirli bir döşek yer alırdı. Üstü yer yer yırtılmış, yayları sırta batan, rengi kirden iyice koyulaşan bir döşekti. Kimi zaman berbat bir kokusu olurdu, anne de güneşli günlerde onu dışarıya çıkarır bir güzel havalandırırdı. Anne ile baba hep orada yatardı ben de ayak uçlarına doğru kıvrılırdım. Ara sıra uykumdan babanın attığı bilinçsiz tekmelerle uyanır, bir daha yatmaya korkarak beton zeminde titreye titreye, rengi gittikçe soyulan beyaz demeye bin şahit tavana bakarak uyumayı beklerdim. Bazen şanslıysam anne sanırım bir şeylere sarılmak ister, beni bir yastık gibi kolunun altına çekerdi ve ben bir anneye sarılır öyle yatardım. Bana sarıldığı için mutluluktan uyuyamazdım, yerimde kıpraşıp dururdum ve kıpraşmam annenin beni bir yastık gibi tekrar ayak ucuna atmasına kadar sürerdi ve ben her seferinde bu döngüden çıkamazdım. O anların buruk bir o kadar da kekremsi tadını hâlâ anımsarım.

BAL TUZAĞIWhere stories live. Discover now