8.Bölüm

112 12 137
                                    

Merhabalar,

Bu bölümde oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz çok sevinirim.💋

Medyada İlhan'ın ıslık melodisi var, dinlemenizi öneririm.

Bugün benim için çok önemli bir gündü, burada da bölüm yayınlayarak kendi çapımda bu anı ölümsüzleştirdim diyebilirim, çok mutluyum 🧡

Not; Narin'in ikilemlerine ve bunun getirisinde olan davranışlarını anlamanızı dilerim. Umarım bazı şeyleri aktarabilmişimdir.😅

Uzatmadan sizleri bölüme alayım, diğer bölümlere kıyasla uzun bir bölüm oldu.

Keyifli okumalar!

〰〰

〰〰

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

〰〰

"Birtakım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş.

Hanya Yanagihara, Değersiz Bir Hayat."

〰〰

Bütün gece boyunca, mermer taşın üzerinde bir süs heykeli gibi oturdum durdum. Gözümden akan herhangi bir damlanın asit derecesi yüksek olsaydı muhakkak ki üzerinde bir kedi gibi kıvrıldığım mermer taşı delerdi. Üzerime kederden bir atlas yorgan atmıştım, gözlerim bir nehrin taşması gibi durmadan çağlamıştı. Boğazım sanki camdan yapılmıştı da aldığım en ufak bir darbede paramparça olmuş, nefeslerimi kursağımda bırakmıştı; tıpkı hayallerim gibi.

Neye üzüldüm, pek bilmiyordum. Genel bir üzüntü haliydi bu, asla geçmeyeceğine inandığım ama mutlaka geçeceğini içten içe hissettiğim bir üzüntüydü. İçten içe hissettiğim o inanç olmasa güneşi görür müydüm, işte bunu da pek bilmiyordum.

Gözlerim, balkonumun üst demirine astığım rüzgar çanına bakıyordu. Çan, arada esen meltem yüzünden bir ıslık gibi ses çıkarıyordu. Çok garipti ancak o bitmek bilmeyen gecenin darında, bir rüzgar çanı gerçek anlamından sıyrılıyor da sanki bana omuz yaslayan bir dost haline geliveriyordu. İçimdeki gayya kuyusu gibi dipsiz keder kuyusunda boğulmaya çok az kalmışken sesini çıkarıyordu da beni düşmekten kurtarıyordu.

Arayabileceğim birçok dostum vardı ancak insan bazı gerçeklerle yüzleştiğinde etrafındakileri de o çamurlu pisliğe bulaştırmak istemiyordu. Elim çok kez telefona uzandı ancak yarı yolda, vaktinden önce açan çiçek gibi boynunu büküp geri çekildi. Bu sırrı ne kadar daha saklardım, nerede patlak verirdi hiç tahayyül edemiyordum.

İnsan zihni limitlidir ve çoğu zaman gerçeğin ötesini bile göremez.

O gün, ofisten zor bela ayrılırken esasında koşarak Celil'e sarılmak maksadındaydım. Bir bebeğin düşünce, canı acıyınca en sevdiğine koşması gibi bir ihtiyaçtı benimki. Ofisimde otururken geçmişte bıraktığım ancak pek de bırakamadığım birinin hayaletiyle yüz yüze gelmiştim. Bir mesaj, madden var olamadığı halde nasıl olurdu da bana olanca gücüyle tokat atardı, buna verecek bir cevabım yoktu. Gelen mesajı Nico atmıştı ve ben o gün nasıl olmuştu da ayakta durma gücünü kendimde bulmuştum? Çığlık çığlığa kaçmak isterken nasıl olmuştu da kaderime doğru son sürat ilerlemiştim? Görüldü olarak bıraktığım mesajla koşar adım evime gelmiştim ve Celil'in mahzenine girmek için kendimi toparlamıştım. Odada yabancıları ilk başta fark etmemiştim. Kendi kederim o kadar görkemliydi ki her şeye kayıtsız kalan bir kadın olmuştum. Zaten içerideki mutsuz adamları tanımıyordum, çok da ilgimi çekmemişlerdi. Her zamanki insanlardandır demiştim. Nereden bilebilirdim? Eğer bilseydim ayaklarımı zamkla yere yapıştırır ama o odaya girmezdim. Odağımı sağlam tutup da yabancı gördüğüm kişilerin yanında ağlamamak için ekstra soğukkanlı davranmak zorunda kalmıştım.

BAL TUZAĞIWhere stories live. Discover now