Adsız Gün 28

1 2 0
                                    

Artık ne yazacağımdan yahut ne söyleyeceğimden bile kuşku duyuyorum. Duyumsadığım onca şüphe ile çatır çutur çatırdayarak içimin dört bir yanına yayılmış olan o közlerime bir maşrapa suyu, "Su gibi git, gel," diyerek serpecek nizamî bir düzene de sahip olmadığım gerçeğiyle yaşamamaya devam edeceğim sanırım.

Düzenin kardeşi olan Kaos'un bir soytarısı olmaktan öteye geçememiş derunî bir varlık olduğumu kabullenme şansıyla bir ayrıcalık kazanmış da olabilirim, bilmiyorum.

Uykudan uyanmayı bekleyen bir düş gibiyim. Hatta düş içerisinde başka bir düşün göbek bağıyla bağlanmış ve eş zamanlı hâlde mutabık olan o ucubemsi haliyle garip bir türdeki yavrusu gibiyim.

Ne saçmalık bu! Amma da saçmalık! Saçmalık dahi saçmadan fularını takmış gidiyor...

Kuluçkaya yatmış olan düşlerim beni ne ara kabuğumdan çıkarma lütfunu bahşedecek ve sıkıca sarılmaya müsamaha gösterecek bilmiyorum. Ne vakit bir düş görsem onunla bir olurum, beni yalnızca kurtaracak olan da düşlerimdir.

Öyle ki yeni bir düşten uyanmış gibiyim ve dünün maziye karışması üzerinden henüz bir saat ve yalnızca iki dakika geçmiş. Bugünü ise henüz yaşayamadım. Şansım yaver gider de yaşam beni bulursa, sıkı bir şamar gibi ensemde patlayıverirse geriye kalan sayılı nefeslerimi adedince tüketmeye devam edeceğim. Varsın dursun şu kullanılmaya hazır olanlar bir kenarda. Neme lazım? Belki işe yarayacak bir konuma misafir olmaktan geri durmazlar ilerleyen zamanda.

İşe yaramaz bir çapulcu gibiyim. Bu defa yazma arzusuna neden kapıldığımı ve doğrudan neden yazdığımı da bilmiyorum. Keza biliyor olmam da çok şey değiştirmeyecek, yani ehemmiyeti olan bir durum değil. Gerçi daima ne için yazdığımı biliyor olduğumu söylemem de dürüstlükten sayılmaz. Çünkü bir pembe yalan bile ne denli açık renkte olursa olsun kökeni yalan olduğundan dolayı, yalan olmaktan öteye geçmez.

İnsansıların o şalvar bolluğu yalanlarının yanında benimkiler öylesine bir şey sanırım. Bunun için, "Birtakım yalansılar," demek daha doğru olur gibi geliyor bana. Ben hiç mi yalan söylemiyorum? Elbette söylüyorum, bulunmaz hint kumaşı değilim ya! Ama söylediğim yalan doğruya ne kadar yakınsa o kadar iyidir benim için ve yalan söylemediğim tek bir istisna var, o da ben. Kendi hakkımda hiçbir zaman yalan söylemedim ve bu bile başıma bela oldu. Zaten ne zaman dürüst olsam, kimse de inanmaya dair bir teşebbüste bulunmuyor. Onun için benim açımdan mesele yok. Neyle avunuyorsam, onunla yetinmeye devam edeceğim.

Zannederim bu yazma işi bende onulmaz bir ihtiyaca dönüşüverdi. Bazı zamanlarda da işe yaramıyor değil. Galiba yalnızca bu sebeple -yani yazma ile- düşünebilir bir hâle erişiyorum. Yalnızca bu anlarda karar verme mekanizmam hareket ediyor ve neyin doğru neyin yanlış olduğuna sapa yollardan değil de en kestirme yollardan ulaştırabiliyor beni. Tabii bu durum her vakit geçerli olmuyor.  Labirentimsi olan o iç dünyamda kestirme yollara saparak, daha önce hiç görmediğim yollara çıkabiliyor ve kaybolmanın eşiğinde kalabiliyorum, keza genellikle de kayboluyorum.

Diğer türlüsü, konuşmayı veya konuşabilmeyi hiç beceremediğim gibi ortaya çıkmakta gecikmeyen böyle anlarda bocalıyor olmamla, neyi nasıl yapacağım arasında kalıyorum daima. Belki de bundan ötürü karar verme yetimi sanki yolda yürürken sakarlığım dolayısıyla bir mazgalın arasına düşürmüş gibi kaybetmekten alamıyorum kendimi.

Sözlerim de tıpkı içim gibi ne de saçmalaştılar. Halbuki ne de anlamlı şeyler söylemek isterdim. Şu tüm anlamını yitirmiş olan pembemsi gerçekliğin nazarında...

Biliyor muydun? Neyi mi? Bu kadar da şapşallığa başvurma kendinden melûn kendim. Muhabbet'te işe başladığımı, orada ocakçı olarak başladığımı ne çabuk unuttun? Yahut bilerek anlamazlığa mı vuruyorsun bilemiyorum.

Kendime İtiraflarımWhere stories live. Discover now