Adsız Gün 2

41 5 0
                                    

Ben aptalım, aptal hödüğün tekiyim. Ben ne aptalım ne de hödüğün tekiyim. Ben aptalüstü bir aptal, hödüküstü bir hödüğüm. Hoş zaten her daim bildiğin şeyler bunlar, ne diye söylendim ki o vakit bunları? Kendimce kendime söylendim ama, aması yok, aması olmamalı.

Biliyorsun, o sevimli kızcağız bugün gelmedi medreseye. Konuştuğum günde ben yanından ayrılır ayrılmaz kalkıp gimişti masadan. Aptallığımla bir başıma kalmış, çevremin saniyede ne kadar hızla dönüyor olduğunu bilmediğim bir hızla dönüşüyle boğuşur bir haldeydim. Artık gelmeycek sanırım, gelmek istese de gelemeyecek... Çünkü benim yüzümden tatsız tuzsuz kuru bir an yaşamak zorunda kaldı. Ona bu zorundalığı kendi aptallığım dolayısıyla ben tattırmış oldum. Allah beni ne yapsın bilmem ki...

Yazık ettim, hem de çok yazık...

Belki de gün içerisinde yaşadığı onca şeyin üstesinden gelen bir savaşçı gibi yoluna çıkan ilk kervansarayda kafasını dinlemeye, kendini dinlendirmeye geliyordu. Kim bilir... Yahut ara ara geldiği şu Selçuklu mimarisinde huzura erişmek için onulmaz bir duygu yatıyordu yüreğinde. Belki diyeceğim yine, çünkü daima beklentilerle dolu olan şu vurdum duymaz yaşamım belkilerin dışavurumundan kaçmaz hale gelmişken, ister istemez aradan bir belki de çıkıveriyor ortaya.

Hatırladım: "Ben uyumsuz biriyim," demişti. "Ben uyumsuz biriyim." Haddizatında benim de mizacımda da uyumluluğun kol gezdiğini söyleyemem. Daha çok içe dönük olmamdan dolayı dışarısıyla iletişimde acemi dahi olamadım hiçbir zaman.  Belki de sırf sadece bu yüzden bir başına gelip de bir, iki çay içip kalkan şu zavallı kızcağızla doğru düzgün bir diyalog kuramamış olmam ürkmesine sebebiyet vermiş olmalı.

İyi, güzel ve hatta çok güzel. Huzura erişmek istediği için, yorgunluğunu atmak ve kafasını dinlemek için şu medresenin kafesine gel ve aptal bir çaycı karşına gelip bin türlü saçmalığa maruz bıraksın seni. Ne de hoş! Fena halde haksızlık ettim, daima muvaffak olduğu kısacık bir özgürlüğünü elinden almaya yetti şu tavrım. 
Zannediyorum ki artık gelmez de. Belki de gelir kim bilir? Benim bilemeyeceğimin kesin olduğu kadar en ufak tahminde yahut bir öngörüde bulunamayacağım gibi kesin bir yargıda bulunmamın, olanaksız olan kısmında da herhangi bir fikre sahip olmayacak kadar budala bir konumda olduğum su götürmez bir gerçek zannımca.

Buradan çıkarabileceğim tek sonuç, masum bir insana haksızlık ettiğim ve haksızlık etmemden daha fazlası da hakkına girdiğimdir. Bu şekilde insanların özgürlüğüne mani olabileceğim aklımın en kötü yanlarına dahi gelmezdi sanırsam. Yoksa gelir miydi? Bilemiyorum, daha önce gelmiş olsa şu an bu noktada bulunmazdım değil mi?

Zaten yeterince vicdan azabı çektiğim yetmez gibi bir de sen, aptal olan kendimle didiniyorum. Onu bunu boş ver de dua et gelsin, en azından bir helallik alalım. Alamazsak mı? Neden alamayacakmışız? Nasıl mı yüzüne bakacak mışım? Bak bu doğru, yüzüne bakabilmek fikri hiç aklıma gelmemişti, ama kısacık bir helallik içinde yüzüne bakmaya gerek yok, başını eğip yere bakabilirsin. Keza alamazsak o helalliği, sanırım vicdanın merhametine kaldık. Vicdan da vicdanen kendine başvurmaz ise işte sen o zaman halimize yan. Onun oyuncağı oldun mu iş bitmiştir.

Buradan çıkardığım bir ders varsa o da; bir daha en azından üç-beş muhabbetin olmayan insanlara bodoslama gitme! Çünkü öyle gidersen eğer, önünü göremez ve neye çarptığını bilemezsin. Bir de sağlam çarparsan benim gibi afallamakla kalmayıp, vicdanın kurduğu o engizisyona adım atmış olursun. Sonrasını da biliyorsun işte...

Kendime İtiraflarımWhere stories live. Discover now