Adsız Gün 13

6 2 0
                                    

Olgun bir meyve değilim ben, sadece büyümeyi unutmuş ham bir çocuğum. Hem hiç büyümemiş, büyüyememiş hem de yetişkin olmaktan tiksindiği kadar her vakit tüm kayıtsızlığına sığınarak dilememiş olmayı bile dileyen bir çocuk olmaktan öteye geçemedim. Anlayacağın bazı etkenlere engel olamadığımdan yalnızca kazık kadar bir çocuk olmakla kaldım. Bu sebeple her an kırılmaya yüz tutan narin bir kalbe sahip olduğumu ifade etmeme gerek yok derken dahi şapşalca bunu ifade etmekten kendimi alamadığım için beni bağışla!

Anlamış olduğundan eminim, hiç büyümemiş bir çocuk olmam bir yana, bundan dolayı surları olmayan bir kale kadar savunmasız olduğum da başka bir yana. Belki de sen bu yüzden varsın, belki bu yüzden hiç anlamıyor olabilirsin, belki de anlıyor olman da çok sürmeyi istemeyecek, en kısa zamanda idrakının şevkine ve büyüsüne kapılıp bir olmayı dileyecek... Kim bilir?

Daha önceleri hiç yok yere olsa bile beni anlıyor olduğunu söylemekten çekinmemiştin. Sana inandım, halende irademi yolda kaybetmişim de bulamadığım için doğan o mecburiyetimsi tavır dolayısıyla inanmak zaruriyetiyle yaşamak zorunda kalmışım gibi hissediyorum. Sana inanıyorum... Halen de inanıyorum. Buna mecburum. Şu saatten sonra da ne desen inanacağım. Çünkü ben yeni nesil bir Vasya'yım. O nişan arefesinde olan ve minnettarlıktan dolayı aklını kaybedip deliren o yufka yürekli ve hayalperest Vasya'nın çocuk haliyim. Tanrım, Vasya olmak ne de güç!

İçimi gördüğünü söyledin, anlatır mısın biraz bana? O yaldızlanmış kapalı kutu nasıl bir şey, nasıl bir yer? Viran mı yoksa cennet mi? Dahası viran olmuş bir cennet mi? En kötüsü de cehennem olmasın? Şayet öyleyse bunu bana sakın söyleme olur mu? Çünkü üzülürüm...

Gerçekten görüyor musun? Benim gördüklerimi de görüyor musun? Etrafa saçılmış halde darmadağın milyonlarca şeyleri... Peki ya her an kırılmaya ya da bozulmaya yüz tutmuş hâlde bekleyen ve ne yapsa da paslanmaktan kendini alamamış o savunma mekanizmalarımı? Sahiden görüyor musun? O vakit vah bana! Şunu da gör ki, benim tüm savunmalarımı hiçe sayıp yok edebilecek güce sahip tek varlık senden bir başkası değil. Farkındasın değil mi? Bu beni öyle korkutuyor ki... Şayet sana güveniyor olmasam...

Lütfen! Canımı yakma olur mu?

O bilinmeyen kutunun anahtarı yalnızca sende bulunuyorken, o kutunun içindeki her şeyi elde etme şansına sahipken ne olur hiç etme olur mu? Orada değerli ve değersiz olup da faydalanma şansına sahip olduğun onca şeyi, ne olur hor gören bir zulüm adamının kulağından tutup da bir köşeye kaldırıp attığı gibi yapma olur mu? Kısacası sevgili kendim, ben sen için neysem neyim ama ben benim için mutlaka bir şeyim. O yüzden beni hiç etme olur mu? Çünkü bu kez yeniden bir hiç olmayı taşıyamayabilirim.

Önünde sonunda bir şekilde yollarımızın bir gün mutlaka ayrılacağını biliyorsun değil mi? Seni benden beni de senden ayırmak isteyenler olacak. Yanı sıra şundan en az benim kadar emin ol, birileri bizi ayırmaya çalışmasa bile ölüm olmadığı müddetçe bu durum benim elimden olmayacak. Bunun ne vakit gerçekleşeceğini ne sen ne de ben bilebiliriz. Kim bilir, belki bir sene, belki on sene, belki de otuz sene sürecek? Bu durum sanıyorum ki daha çok senin elinde, benden bıkmadığın ve sıkılmadığın müddetçe... Çünkü önünde sonunda herkes benden sıkılır ve ister istemez bıkarlar. Sonra da bir bakmışsın puf!

Kendimden emin olduğum bir şey var ki o da asla ama asla kimseyi yarı yolda bırakmadığımdır. Bırakmadığım gibi de o yolda hep yarım kaldım...

Karşımda kim olursa yahut ne olursa olsun -bir taş parçası olsa bile- ona çarçabuk bağlanan sadık biri olageldim. Sadık olduğum kimselere ve şeylere mutlaka sadakat kurşunu ile vurulurum. Tutunduğum zaman asla bırakmam, birisi o kurşunu çıkarmadığı müddetçe...  Ama her ne olursa olsun karşılaşmaktan çekindiğim tek olanak ile de her vakit karşılaşmaktan geri kalamadım. Karşıma kim ya da kimler çıktıysa bugüne değin mutlaka o kurşunu söküp attı ve o kurşun bir çamur birikintisinin içinde kaldı, tâ ki söküp atacak yeni biri onu buluncaya dek...
Yanı sıra uzun süre kaldığında o kurşunun saplanan kişiyi zehirleyeceğini de hiç düşünmedim. Bencillik ettim, bencilce davranmış oldum. Bu şekilde de her şeye ve herkese sadık olunamayacağını anlamış olsam da yine de bu tuhaf huyumdan vazgeçemedim.

Dediğim gibi, yolları ayıranın ben olmayacağımdan eminim. Çünkü iyiyse de benim, kötüyse de... Bana İnan diyemem, ama sen inanmalısın. Bunu ne kadar tecrübe ettiğimi bilemezsin.

Çok sevgili ufaktan az daha büyük olan tutunamayanım, Atayistan çöllerinde savrulup duran bol dikenli çalı ruhum... Fırsatlar değerlendirmek için varken, imkânlar da kullanılmak için vardır. Karşına çıkan bir fırsatsa senin için bunu değerlendir, değilse kendin için yeni fırsatlar aramanı ve onları değerlendirmeni isterim. Şayet, "Sen benim elime geçen ilk fırsat ve tek imkânsın," diyorsan ben buna da razıyım. Ancak değerinde kullanmanı ve kesinlikle değersizleştirmemeni tavsiye ederim. Çünkü bu fırsat, bir zümrüt olabilir, öyleyse değersizleştirdiğin vakit farkında olmaksızın fırsat maliyetinin o zümrütü elinden yitirmek olduğunu anlayınca iş işten de geçmiş olur.

Yüreğine dur demeyi de mutlaka öğren aziz dostum. O delikten deşiğe uğramış, katran karası yüküyle taşıdığın yüreğini kollamaya bak, kolla ki paklansın. Öyle herkese, önüne gelen her insansıya; o saf, masum, nahif ve sevimli yüreğini barınak etme, çokçaları kabul ederek kirletmelerine müsaade buyurma! Yoksa tıpkı bende olduğu gibi mekaniğin kollarında bulman kendini ne çok zor ne de çok geç olacaktır.

Hatırlat mısın, sevgili hatta çokça sevgili tutunamayanım ve aniden geliveren bilinmeyen benliğimin gölgesi... Sana içten bir teklif sunduğum anı? Senin seve seve yoldaşın olurum, aynı yolda el ele ve birlikte yürürüm, sırtına destek, başına gölge, ayağındaki toz olurum demiştim. Şimdi ise yeni bir teklifle karşındayım.

Patron... Patron olmak ister misin? Şayet istersen çalıştırabileceğin bir işçi buldun demektir. Seninle seve seve çalışırım, hem de bir dakikalığına bile olsa oturmam! Yüreğindeki yıkıntıları tamir eder, zihnindeki buğuları silerek cam gibi yaparım. İçinde ne kadar dağınıklık varsa var gücümle onları toplamaya çalışırım. Senden herhangi bir ücret de talep etmem. Bu denli saf ve masum yüreğin içinde çalışıyor olmak bunun zaten bir bedelidir. Yok pahasına, bir damlacık sevgiye bile tenezzül etmeden çalışırım. Yeter ki onurlu bir şekilde çalışayım ve en önemlisi de ben benimle baş başa kalmayayım. Patron, yoksa kendime yani sana küsmek zorunda kalırım.

Heyhat, patron! Seninle çalışmak ne büyük onurdur! Sen beni kovmadığın müddetçe, ben buna razıyım. İnanın bana çok değerli patron, istifa dilekçesi yazmak aklımın ucundan bile geçmez. Hem istifa dilekçesi nedir onu bile bilmem ben. Tâ ki, sen patron, o muhteşem alımınla bana, "Artık seninle işim bitti, bundan böyle işine son veriyorum," diyene dek. İşte sana CV'mi bıraktım, asilzadem, yüce gönüllü patronum. Kararınız merhametinizdedir.

Kendime İtiraflarımWhere stories live. Discover now