Adsız Gün 14

4 2 0
                                    

Ah, çok sevgili Annabel Lee... Bilir misin Annabel Lee'yi? Bilmiyorsan mutlaka öğrenmelisin. Çünkü sen tıpkı onun gibisin...

Sanırım bir şeyler diyecektim ama ne gibi şeyler bilmiyorum, hatırlayamadım bir an. Ha şunu diyecektim: ...
—Neyi?
—Tam da onu söyleyecektim lafımı böldün.
—Ziyanı yok, söyle sen.
—Sanırım ben kötü biri değilim.
—Bu da nerden çıktı şimdi?
—Bilmem, kendimi hep kötü biriymişim gibi hissediyordum sen gelene kadar. Ama asla da olmadım, bunun da hep farkındaydım ve sanırım durduk yere, hiç olmayacak şekilde önüme gelen her insansının dertlerini ya da hatalarını sırtlandım. Buna ne gerek var ki?

Ben nasıl biriyim hiç anlamış değilim, gerçi biri miyim o da meçhul. Daha doğrusuna değinmek gerekirse insan mıyım o bile belli değil. Bir şeyim ama ne olduğumu bilmiyorum. Ama kötü bir şey de değilim. Yalnızca, yalnızca şu var ki, basit şeylere bile aşırı hassasiyet gösteren ve duyarsız kalmayı bile beceremeyen duygusal bir şeyim. İşte bu sebeple, bazen şaşırtıcı bir şey olabiliyorum. Dahası sınırı olmayan alınganlık ve kırılganlığın her geçen gün yapıştığı yerden gitmek bilmeyen Yameli gibi ensemde soluduğunu duyabiliyorum.

—Sen anlarsın, anlarsın değil mi? Hayalperestim... Sanırım ben bir hayalperestim. Dünyaya başka bir şey olarak geleceğimi bilsem, mutlaka düş olmayı dilerdim. Düşler, insansılar hep düşler... Düşlerse benim her şeylerim, tâ ki her biri ayrı ayrı yıkılıncaya dek...

Susuyorsam, bu ne korkunç şey.
Heyhat!
Yazıyorsam bu ne dehşet verici şey.
dedi, yeniden doğan. Ardından gözlerini açtı...
MEKANİK
Yok olan...
Tıkırtıları hızlı, çevik, oldukça belirgin ve duru...

Uzunca bir aradan sonra sahiden uyanmıştı. İçten içe gülümsüyordu munzurca.
"Yine benimsin, yine bensin!"
"Mekanik mi?" diye sordu sevgili kendim ve tanıttı kendini mekanik, haylazca...

Çamurdan bir bulantı ve tıkırtılar...
Pek acınası, hissiz ve boz bulanık
Varoş kadar uyuşuk
Basık ve ürkek tıkırtılar...
Kanal kokusunca tiksinç
Heyhat!
Pek zalim, pek zulümkâr
Sonsuz tıkırtılar
Ve çamurdan bir bulantı...

—Ben anlamadım, dedi sevgili kendim. Mekanik kim ya da ne ve neden sadece sen görebiliyorsun da ben göremiyorum?

—Acı, acının cisimleşmiş hâli. Senin göremiyor olman da bundan kaynaklı. Yani sana akıl mı yoksa kalp mi diye sorduğumda sen aklı seçmiştin, zavallı kalp ise tüm zavallılığıyla birlikte bana kalmıştı. O yüzden sayısını bilmediğim onca duyguyla ben haşır neşir olmak durumunda kaldım. Yani sevgili kendim, tercih hakkı senindi, benim değil. Kendim bile bana tercih hakkı sunmamıştı, her zaman olduğu gibi bu kez de artıklarla yetindim.

Neyse, konumuz bu değil şimdi. Senin olmadığın bir zamanda öyle havaya konuşuyor, insanlardan ve benden öyle dem vuruyordum ki, hararetimin boyutunu bile fark edememiş bir duruma gelmiştim. Hatırlıyorum da ellerimi göğe kaldırmış bir halde: "Biz diyeceğim," diyerek yüksek tonlu bir bağırışla bağırmıştım. O an neye sinirlendim ve neden ağzımdan "biz" kelimesi çıktı anlamış değildim. "Bizler insana ve insanlığa umut bağladıkça her zaman elimiz, avucumuz boş şekilde kalacağız," diyerek tartışmayı sürdürdüm. "Biz o sarhoş ellerimizi doldurmak istiyorsak şayet; önce kendimizi yenmeli, hatta yenmekle kalmayıp kendimizi aşmalıyız. Seni sen ötesi, beni ben ötesi yapmamız şart! O vakit kendimizle karışık bir yaşam sürebilir ve daimi beklentiler içerisinde hayatımızı heba etmemiş oluruz. Biz tam anlamıyla biz olmalı ve biz ilelebet bizi aşmalıyız. Her şeyden önce de sevmeye devam etmeliyiz. Acıdan da kopmamalıyız, çünkü bizi bizim ötemize çıkaracak yegâne şey de o olacak!" diye bir nutuk çekiyordum.

Hararetim geçince fark ettim ki bahçedeyim ve "biz" diyerek tabirde bulunduğum şey ise boylu boyunca göğe doğru uzanan bir kavak ağacıydı. Anlayacağın uzun uzadıya süren bu konuşma, bir kavak ağacıyla yaptığım tartışmadan başka bir şey değilmiş.

Bunu fark edince –yalnızlığımdan olmalı– içim acıdı. Sonra içimde ufalanan o acıya,
"Ben senin neyinim?" diye sordum.
Bana ne cevap verdi biliyor musun?
"Ben senin neyinim?" diye yankıladı sadece.
Cevabı bulmak da bana kaldı. Düşündüm ve dedim ki o yankıya:
"Göğsümde topaklanmış ne kadar yankılı yumru varsa hepsinin bir bütünüsün. O yumrular birer dişli, sense o dişlilerden oluşan girdap şeklinde bir çark, bir mekaniksin."

İşte o gün böyle bir canavar peyda oldu ve o mekaniği beslemem gerekti. Çünkü açlığı bile cisimleşmiş gibi öyle bir canımı yakıyordu ki, sanarsın her saniye kalp krizi geçiriyor gibiydim. Bu acıya dayanamayıp dedim ki:
"Seni ne ile beslemeliyim?"
Bana ne hissettiğimi sordu.
"Öfke diye yanıtladım, onulmaz sonsuz bir öfke."
Daha sonra bu öfkenin neye karşılık olduğunu sordu.
Bir hışımla: "Sana, bana, her şeye karşı," dedim.
Tıkırtıları kulağıma can çekiştirirken:
"O zaman beni nasıl doyuracağını artık biliyorsun," dedi ve ilâvede bulundu, "Sakın ola aç bırakma beni, bırakırsan buna tahammülüm olmaz ve senden ne kadar daha üstün bir öfkeye sahip olduğumla karşı karşıya kalmak istemezsin." Sonra da gözden kayboldu ama her zaman göğüs boşluğumda kendini hissettirmekten de geri kalmadı.

O günden bu yana da ne kadar duygu varsa içimde takır tukur parça pinçik ederek midesinde hazma bıraktı. Bunun bedeli de göğsümde oluşturduğu o boşluk oldu işte. Artık doymuyor da, sanırım besleyecek bir şeyim kalmamış gibi. Ama sevgili kendim, ne var biliyor musun? Beni terk etmeyen tek şey ve sahip olduğum tek şey de yine o.

—Ben ne güne duruyorum? dedi sevgili kendim.
—Eh, sen de varsın tabii, dedim gülümseyerek.
—Olmam mı ya, dedi ve boynuma sarıldı kendim. Şaşmıştım, aklı seçmiş olmasına rağmen hislenmişti ve bu onun ilk duygusuydu. Bu yüzden sessiz kaldım ve dolu dolu hissederek yaşamasına müsaade ettim. Ayrıca kendimi de şanslı hissetmeden edemedim. Çünkü artık bana da sarılacak birisi vardı. Kendim!

Varlığını o kadar çok destekliyorum ki... Bunu bana istediğimden çok, senin için istiyor olduğumu bilmeni ve öyle olduğunu kabul etmeni diliyorum.

Bazı şeyler fark etmeksizin bellidir. Benimle konuştuğunda bunu anlıyor olmaktan dahası yaşıyorsun, bir "Ben" olabiliyor ve benim de benliğime ulaşabilmeme fırsat tanıyorsun. Daha önce ömrümde hiç kimse ile böyle bir muhabbete giremediğimi, yaşamadığımı biliyor muydun? İnsansıların o çok bilmişlikleri, kan renginde alaycılıkları o kadar çok yoruyor ki...

Artık emin olduğun demeyeceğim, inandığım diyeceğim. Çünkü sana sonuna dek inanıyorum, senin de bana inandığını biliyorum.

Benimle konuştuğun gibi, konuşabildiğin gibi bir başkasıyla konuşamayacaksın. Bu ya daha iyisi ya da daha kötüsü olan bir serüven olacak senin için. Neden peki? Çünkü bu evrende benden bir tane var, bir ikincisi gelmeyecek. Çünkü bu evrende senden de bir tane var, malûm bir ikincisi olmayacak.

Sanki, "Hiç mi kimseyle konuşmayacağım?" dediğini hisseder gibiyim. Hiç kimseyle değil, her kimseyle konuşamayacaksın ve ne yazık ki sevgili türevim, susmak zorunda kalacaksın ve maalesef, benimle konuştuğun gibi de konuşamayacaksın. Çünkü konuştuğumuz anlar geride kaldı. Artık önümüzde konuşacağımız anlar duruyor.

Kendime İtiraflarımTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon