Adsız Gün 20

5 2 0
                                    

Sahi ya, o günden bu yana kaç gün geçti? Saymadım... Hem gün olduğundan ne kadar eminiz ki geçenlerin? Yine de tahminimce çok geçmemiş olması gerek.

Kafamda kurguladığım ve hayata geçirmek istediğim kaba taslak bir plân mevcut. Onu anlatmak istediğim daha doğrusu anlatabileceğim öykümsü bir şeyler karalama isteği uyandı içimde. Acaba bunu başarabilecek miyim zarafetten yaratılmış çok cazibeli Gümüş Tanrıça'm.

Gümüş Tanrıça...

Ne de hoş...

Hissettiğim o derin eksilmişliğin yanı sıra, kalemim dahi o günden sonra eksilmeye, eksik kalmaya yüz tuttu. O gümüşî varlığını soluk ve kimsesiz bir ruhaniyetle sarmaladı. Artık eskisine nazaran daha soluk yalıyor kağıtları, o karalıktan mahrum kalmış diliyle... Hayır, kalemin bir dili olsa ne der diye merak ederdim. O merak da aklımın bir köşesinde keyfi bir suretle yer edinirdi.

Hâlihazırda istemeden de olsa müşkül bir duruma düşüp de zaruri hâlde bedenini teslim etmek zorunda kalan şu müşkülpesent kalemim bangır bangır bağırarak dilini uzatsa da amacına bir türlü erişemiyor. Soluk, ruhsuz ve kimsesiz şu kalemim...

Nihayetinde artık ben de ödülsüz bir kara kuşak tutunamayanım. Kim neye tutunabilmiş ki ben tutunayım? Tutunabilmiş olsa şimdiye dek tutunamayanların o yüce gönüllüsü ve inisiyatifli olanı ve keyfe keder yaratıcısı Atay tutunabilirdi. Sahi o tutunabilmiş miydi?

Zihnimde Gümüş Tanrıça için yazacağım öykünün tasarıları vuku buluyor. O sahici sandığım kurgusal nitelikler, tıpkı şeker kokusu almışlar da yuvasından fırlayıp o kokunun peşi sıra hücum eden o karınca dolusu gibi yüzeye çıkmaya çalışıyorlar.

Bu garip tuhaflıklarım nereye kadar? Esasında bir şeyler tuhaf olabilir, ancak tuhaf olanı da tuhaf bulmak onu mevcut konumuna döndürmez mi? Bilemiyorum, normal görünümlü bir insan modeline erişip erişemeyeceğimi... Düşünüyorum da, o üstün insan modeline erişebilecek düzeyde miyim? Yahut o üstün insan motifine ulaşabilme olasılığım beni ne düzeyde görünür ya da belirgin kılacak?

Yüreğimin dili olsa da konuşsa... Hakikaten ne derdi konuşsa? Tüm yüreklere seslenerek:

"Ben doğanın bir başına meydana getirdiği o ensest çocuğum. Doğanın piçi, yine doğanın bakiri... Ben, doğanın hiçlikten meydana getirdiği ve kendi içinde hapsettiği o ürkek, yalnız ve ayrık olan tutsak çocuğuyum, ve yine ben, doğanın beni bir başına dünyaya getirdiği, sonrasında ise unuttuğu o mahzun çocuğum," derdi.

Hayattan alabileceğim yegâne ve tek olan hazzın, bizzat haz almanın kendisi olduğunu belirtmem beni yadırgamanıza neden olabilir. Yadırgayabilirsiniz, ama şunu da diyeceğim baylar: "Niçin umrumda olsun ki?" Ancak hazziyatın kendisini duyumsamayı nasıl algılayabilirim ki? Onu algılayabilecek düzeyde gereken yetkinliğe  erişebildim mi veya erişebilmem olanaklar dahilinde ne kadar mümkün?

Askerlik erteleme iptali başvurusunda bulundum. Şayet olur da onlarda beni dışlamayıp kabul ederlerse askerlik görevimi yerine getirmek için bu memleketten gideceğim. Bu memleket için bu memleketten kaçacağım. Ben ne kadar tutarlı olabilirim ki? Ben bu hâldeyken memleketten yine aynı memlekete kaçma fikri neden tutarlı olsun? Sanırım kaçacak bir yere sahip olma lüksüne bile henüz erişebilmiş değilim.

Söz konusu bir kaçış, lâkin bu kaçış neyden kaçış? Neye odaklanıyor ya da neye dayanıyor? Şimdi tam şurada onlarca şey sıralayabilirim ama hangisiyle alâkalı olduğunu biliyor olmam ya da bulmam gerek. Peki tüm bu can sıkıcı işler ne gerek var?

Bazen dışı simsiyah, içiyse kapkara bir hiçlik yığınıyla dolmuş bir dünyada olduğumu fark ediyorum. Oysa ben zaten yeterince siyaha bulanmış kadar kapkara değil miyim? Beni tutup da söz konusu olan böylesi bir dünyaya koyarak görünmez kılmak canilik değil midir? Şu gaddar evrenin boyu devrilir umarım!

Acaba beni düşünmek için merak barındırıyor mudur içinde? Öyle ya acaba bir içi var mı, varsa bile nasıl bir yer? Aklında merak olarak kalabilmeyi becerebilmiş bir müşkülpesentliğe  sahip miyim? Öyle ya, kime konuşuyorum ki ben? Şayet tüm bunlar gerçek olmuş olsa bile hâlen onun zihninde mutlaka muallak biri olmalıyım.

-Ha ha! Bu düşünceye çocuk bile güler.

-Çocuk deyip de geçme.

-Neden?

-Çünkü çocuk her şeye güler.

Sanırım öyle... Sanıyorum ki öyle... Sanıyor olmamın nedeni de şöyle: Yaşamım boyunca sandıklarımdan sanıyor olduğum kadar eminim. Biliyorum, buna bir açıklama denmez, aksine saçmalık denir. Ama ne yaparsınız, elimdeki tek saçma açıklama da bundan ibaret.

Sanırım bu şekilde sanmaya devam ettiğim müddetçe sanılgılardan da kurtulamayacağım.

Sannımca sandığım kadar varım ve yine sannımca sandığımla kaldım.

Derya deniz misali yüreğimde

Hislerinin bir damla izi kalmasın

Zihnimdeki medcezir

Gönlünde dalgalansın...

Ey sevgili Gümüş Tanrıça!

Sannımca bu kadar yeter.

Yeni bir gümüş ışıltısında görüşmek dileğiyle...

Sanmıyorum ama  sannederim ki, birinde günün...

Kendime İtiraflarımWhere stories live. Discover now