Adsız Gün 18

1 2 0
                                    

Ona, ona olan hislerim öylesine saf, öylesine masumdu ki... Bir kez olsun gözlerine bakmaya kıyamayan ben, nasıl olur da ona zarar vermeyi bile aklımdan geçirebilirim?

Özür dilerim hanımefendi. Kalbimin en mahrem yerinize (kalbinize) değdiği için...  Bana yeniden canımın yanma fırsatını tanıdığınız için de size ayrı olarak şükranlarımı sunuyorum.

Neden bu kadar acımasız olan yalnızlık duygusunu yüreğimde taşımak zorundayım? Ondan gelen bu acıyı dahi atmaya kıyamıyorum. İnsanların daha doğrusu insansıların bana bırakmış oldukları şey acıdan başka bir şey değilmiş meğer... Bu onlardan bana kalan sahip olduğum tek şey.

İnsansılara zaman tanımaktan ve onları beklemekten yoruldum. Keşke bana da zaman tanıyan birileri olsaydı. Koşa koşa gitmezsem namert olayım! Keşke biraz daha yaşayamayacağım o zamana sahip olsaydım. Keşke artık hiç zamanım olmasaydı.

Kimseye herhangi bir zararı dokunmayan şu çocuksu, saf ve masum duygularımı daha ne kadar katledecekler? Zaten yeterince katledilmedi mi?

İnsansılardan, sevgi ve şefkatten, umuttan ve mutluluktan dışlanacak kadar kime ya da hangi duyguya zarar vermiş olabilirim? Çektiğim bu işkence, bu ceza neyin hikmeti? Anladım ki "Dostluk" kelimesi bile bana yakışmıyor. Hakları, tüm hakları elinden alınmış bir varlığım. Neyim ben? Bilmiyorum...

İnsan değilim, bundan eminim. Şayet insan olsaydım; biri beni sever, bir öteki de bana dost olurdu. Kafka'nın çizmiş olduğu profildeki o böcek acaba ben olabilir miyim?

İnsanların herbiri sanki teker teker ameliyata girmiş gibi. Sevgileri alınmış önce, ardından şefkatleri ve peşi sıra merhametleri... Her bir hissi ameliyat masasında bırakmış gibiler... İnsanlar acıdan ibaret kalmışlar meğer... İşte bu yüzden insansı diyorum onlara. Karşımda hisseden tek bir insan bile yok!

Oysa ben onlara inanmıştım. Her zaman işlemiş olduğum o suçu yeniden işleyerek onlara şans tanımıştım. Sanırım en büyük aptallığımda bu. Artık onlara inanmayacağım, artık onlara güvenmeyeceğim dedikçe her vakit onların acı dolu kollarında buluyorum kendimi. Yine inanmayacağım, konuşmayacağım onlarla desem de bunu başaramayacağımı biliyorum. Ben, aptal ve saf çocuk yine onlara inanacak ve yine onların sahte maskelerine güveneceğim.  Bundan kaçış yok! Yapamayacağım bir şeyi istiyorsunuz benden. Bundan, bu durumdan kurtulmanın sadece bir yolu var: Yaşamamak!

Bu dünyanın o masum kuşlarını bir daha dinleyememek... Şırıl şırıl akan o şelalerini bir daha görememek... O, insanı kederle bir tutan veya kederden ayıran müziklerini bir daha dinleyememek... Yine tahammül sınırlarını zorlayan, acı ve kederden başka bir işe yaramayan o vahşi ve acımasız insansılardan kurtularak derin bir oh çekmek...

Yüreğimi şişe geçirmişler de sanki kamp ateşinde çeviriyorlar gibi. Bir de yanıyor ki...

Kalbim ağrıyor...

Bir yanıyor, bir ağrıyor...

Aptal ben; aptal, aptal, aptal...

Neden daima aynı tuzağa düşüyorum? Oysa gönlüm o kadar ferah ve kendinden emindi ki... Bu kez her zamanki gibi olmayacağına o kadar inanıyordum ki...

İnsansılara umut bağlanmayacağını bilmiyor musun? Hiç yanılmadın ve daima bunu yaşadın. Halen nasıl bu kadar saf olup da buna kanabiliyorsun?

Baksana! Kimin var çevrende? Ne bir eş, ne de bir dost... Her vakit bunun eksikliğinden şikayet etmiyor muydun zaten? Her zaman şikayetçi biri olmadın mı? İyi de şikayetçi olabileceğim kimim var ki?

-Ediyorsun işte...

-Ohooo, kimler de teşrif etmiş.

-Açma şu meseleyi, unut gitsin, geldim işte...

Kendime İtiraflarımWhere stories live. Discover now