36°

3K 250 73
                                    

"Ablam haydi kalk, bak tembellik ediyorsan terlik geliyor ona göre! Kız Işıl, kime diyorum ben? Aaa, valla kalkmıyor. Oysaki sucuklu yumurta yapmıştım ama neyse Enes bitirir artık."

Yatakta oluşan hareketlenmeyle Halime ablamın kolunu tutup tek gözümle ona bakmaya başladım. Bana attığı oyunbaz bakışlara dudak büzdüğümde geri oturdu.

"Haydi ama Halime abla, onların hepsi Enes'e fazla gelir."

"Yo niye fazla gelsin ergenlik çağında çocuk, yer büyür işte."

"Daha 10 yaşında çocuk abla!"

"Sus sen nesin sanki, asıl çocuk burada. Kalk haydi mızmızlanıp durma çocuk dediğin Enes senden önce kalktı da bana yardım ediyor."

Söylene söylene yataktan çıktığımda ölü gibiydim. Allah aşkına bu yatak demirden falan mu yapıldı? Her yanım tutulmuş.

Halime abla odamdan çıkarken ben de üzerimdeki pijamaları çıkartıp kumaş siyah pantolonumu ve beyaz gömleğimi giydim. Siyah süveterimi de üzerime geçirdikten sonra koşturarak odadan çıktım.

Enes bu açlıkla sucuklu yumurtayı bitirirse burada üçüncü Dünya savaşı çıkması an meselesiydi. Sucuklu yumurta bir dünya markasıdır lütfen.

Ağzım biraz kokacak ama bu şu anlık arka planda kalsa iyi olur.

Masaya hızlıca oturduğumda ekmekten parçalar koparıp ağzıma götürmeye başladım. Tabi bir yandan da beyaz gömleğim batmasın diye büyük uğraşlar veriyordum. Sonuçta işe gidiyordum ayrıca patrondum. İyi imaj çizmek daha çok para demekti.

Ve ben Isparta'daki fukara Işıl halimden sonra parayı baya seviyordum. Özellikle hademe olarak tuvalet temzilediğm sıralar aklıma geldikçe parayı daha bir seviyordum.

Bu arada hani olmaz ama Anıl ile evlenme hayali kurduğuma göre -evet evet salak olduğum için hâlâ onu unutamıyorum- acaba o zengin miydi?

Kafamda oluşan para odaklı saçma düşünceleri silip masadan kalktığımda Enes ve Halime ablayı öpüp koşarak odama çıktım. Saçımı dağınık topuz yapıp önde kalan kısma fön çekerken bir yandan da bugünün programına bakıyordum.

Fönü bitirip elimde telefonumla tekrar aşağı indiğimde montumu üzerime geçirip siyah hafif topuklu botlarımı giydim. Evde zengin de olsam ayakkabı ile gezmezdim. Ayrıca Halime abla da izin vermezdi çünkü kültürümüze ve dinimize uygun olduğunu düşünmüyordu.

Zaten de ben de o üç ayda küçük evimde buna alışmıştım. O üç ayda alıştığım şeyler bu aralar kalbimi acıtıyor olsa da mutlu olmaya çalışıyordum. Mutlu olmam lazımdı.

Kendim için mutlu olmalıydım yoksa her günüm sümüklü peçete havuzunda geçebilirdi.

Arabaya binip derin bir nefes aldım. Beş ay içinde bir kere psikoloğa girmiştim. En azından unutmak için elimden geleni yapmak istemiştim ama doktor benimle aynı fikirde değildi.

Onu hâlâ seviyorsun, gözlerinin parlamasından belli ama unutmak sence de doğru karar mı, diye sormuştu bana. Ben ise kendime karşı ne kadar kararlı olsam da dilim evet, onu unutmakta kararlıyım diyememişti.

Bir süre konuşmuş olsak da kafamı daha çok karıştırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Dahası bir gece ağlarken Halime ablaya yakalanmış her şeyi anlatmak zorunda kalmıştım.

O ise sadece sabır diyordu, yaradanın vardır bir bildiği canını sıkma diyordu ama özlüyordum. Bir gün belki de artık o yeşil gözlerinş hatırlayanayacaktım ve bu beni yaralıyordu. Birini hiç böyle sevmemiştim ve şimdi ayrı kalmak zorundaydık.

Lavanta ✓Where stories live. Discover now