3.

37K 1.7K 293
                                    

Yarın okul var diye bir bölüm daha atayım dedim.
Hikayeyi okuyup, oy veren herkese tekrardan teşekkür ederim.
Hem iyi günler hem de iyi okumalar...
Umarım okurken keyif alırsınız.
_________

Tamamen içeriye girdiğimizde oda gözüme fena gelmemişti. Mobilyalar beyazdı. Tam bir genç kız odasıydı. Gerçi benim kendi odam daha güzel ama neyse.

"Şey, şu kapı benim odama açılıyor. Kilitli şimdilik. Anahtarı yüzünde, açmak istersen açabilirsin." Dedi Arın çekinerek. Gösterdiği kapıya baktım. Neden iki odayı birbirine bağlı yapmışlardı?

"Burayı genellikle bebek odası olarak kullanmışlar. Benim odam da yatak odasıymış. Sen olmayınca bu odayı kapattılar. İki sene sonra da ben doğdum işte." Diyerek aklımdakileri okumuş gibi açıkladığında başımı salladım.

"15 yaşındasın o zaman?" Sorumla sevinirken başını hevesle salladı. "12 Ağustos’ta da doğdum."

Hevesini kırmamak için sustum. Gözlerimle odayı inceledim. "Ben daha fazla rahatsız etmeyeyim. Bir şey ihtiyacın olursa hemen odam yanda. Diğer yanda da Aral abimin odası var. Evde değil şu an. Akşam tanışırsın."

Her şey o kadar saçmaydı ki. Bir kabusta gibi hissediyordum kendimi. Bir daha uyanmayacağımı, hep o kabusun içinde kalacağımı düşünüyordum.

Sessiz kaldım. Arın odadan çıktığında kapıyı kilitledim ve yatağa oturdum.
Aklım ölen bebekteydi. Eğer yaşasaydı ne olurdu merak ediyordum. Şüphesiz beni en iyi o anlardı.

Neden bebeklere dikkat etmemişlerdi de ben bunu yaşıyordum?

Yine de iyi ki karıştırılmış olduğumu söyleyebilirdim. Çünkü benim hem çok güzel bir annem, hem de babam vardı. Ve en önemlisi her şeyim olan abilerim vardı.

Şimdi ise iki kardeşim ve abilerim olduğunu öğreniyordum. Hayat gerçekten çok tuhaftı.

Pencereye doğru ilerledim. Dışarıya baktım. Neden 3.kattaydı ki oda? Bebek odasını da bu kata koyamazsınız abi ya, bebek ağlasa nereden duyacaklardı? Gerçi bebek telsizi diye bir alet vardı.

Ofladım. Duvarda farklı renklerdeki el izlerini gördüğümde oraya doğru ilerledim. Yere oturdum ve el izlerini inceledim. İki büyük, üçte küçük el vardı. En küçük elin üzerine işaret parmağımla dokundum. Bir bebeğin eli olmalıydı. O kadar minnacıktı.

Derin bir nefes alırken adımlarımı Arın’ın odasına açılan kapıya değil de diğer kapıya çevirdim. Lavabo olduğunu görünce geri kapattım. Bunların hiçbirini istemiyordum. Tek istediğim abilerimdi.

Keşke sabah Şafak abimin öylesine söylediği yurtdışına çıkma fikrini kabul etseydim. Belki de beni kaçırırlardı ve her şey daha iyi giderdi.

Titrek bir nefes verirken küçük kitaplığa ilerledim. Zamanımı kitap okuyarak geçirebilirdim. Daha sonra evin krokisini hazırlardım. Eğer beni eve kilitlemek gibi bir saçmalığa başvurursa o tehditçi, kaçmak için elimde bir şey bulundurmuş olurdum.

Stefan Zweig’in kitaplarını gördüğümde aralarından bir tanesini seçtim. Kafamı en iyi dağıtan şey ders çalışmak ve kitap okumaktı. Tamamen onlara odaklandığım için başka şeyleri düşünemiyordum.

Camın yanındaki tekli koltuğa oturdum. Manzaram da yoktu ki. En azından araba yolu falan görseydim fena olmazdı. Karşımda başka bir villa vardı. Bakışlarımı o villadan çekerek elimdeki kitaba odaklanmaya çalıştım.

Aradan belki beş dakika kadar bir süre geçti ve tekrar ağlamaya başlamam zaman almadı. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

Elimdeki kitabı hırsla fırlattım. Öfkeliydim. Kimeydi bu öfkem bilmiyordum. Kollarımla kendimi sardım. Ağlamak insanı rahatlatır mıydı gerçekten?

Kaybedilen ZamanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin