Adsız Gün 10

5 2 0
                                    

Mutluluğuma ve keyfime diyecek yok. Hem kim ne diyebilir ki bu duruma? Şu donuk yüzlü, ayaz bakışlı kendim kalkıp bir şey demezse kimse de kalkıp da en ufak bir laf edemez. Çünkü, kimi gördüğüm var ki kim ne desin bana? Benim gördüklerimin olmadığı gibi ne şanslılar ki gördüklerimin de karşısında bir ben yok.

E ne yapsak şimdi? Nerden bileyim ben ne yapacağımızı? Yapmak gibi bir zorunluluğa da durup duruken ihtiyaç duymasak iyidir tabii. Yoksa uzun zamandır kaybını yaşadığım şu keyfimi kahyasıyla birlikte yakalamışken bir an olsun tadını çıkarayım.

Bu keyfin nedeni ise çok basit ve komik bir şey; rüya görmek... Duydun mu sevgili kendim, pişkin pişkin sırıtma. Rüya gördüm diyorum sana, düşünebiliyor musun? Uzun zamandan sonra -hem de bayağı uzun zamandan sonra- bir rüya gördüm. İnanamıyorum, ne kadar da mutluyum! Bak işte, aramaya gerek bile yok. Kalkıp hiç üşenmeden ayağıma geldi mutluluk. O vakit napalım? Hakkını vere vere yaşayalım, tabii eğer tüm bu an gerçekse ve yaşıyorsak.

Elbette şaşırmakta en az benim kadar haklısın. Yani bu meselenin en azı da yok, çünkü ben olduğunu ifade etmeme gerek yok derken dahi etmiş bulundum. Her ne ise... Bunun için husumete hiç gerek yok, tartışmayacağım seninle. İstersen önce bir sal beni de bende rüyamı anlatayım. Teşekkür ederim, bu zorunlu nezaketini hiç ama hiç unutmayacağım desem de inanma, yalan söylemiş olurum.

İnanamayacağım kadar tuhaf bir halde yurtdışında buldum kendimi. Evet, yurtdışındaydım. Zaten ancak rüyamda görürüm ben yurtdışını. İyi de yurtdışı diyorum da buranın nere olduğunu bile bilmiyorum. Burası yalnızca yurtdışı, yurtiçini de içinde barındıran bir yurtdışı. Neyse ne, uzun lafın kısası hangi yurtdışında olduğumu bilmediğim içi dışı bir olan bir yurt dışındaydım.

Kuzenim yanımdaydı ve yanılmıyorsam ailemle birlikteydik. Daha sonra da bende hakkını ödeyemeyeceğim şekilde büyük olan halam dahil olmuştu. Bu detaya hiç gerek yoktu ama olsun, vermiş bulunduk.

Halam dahil olduğunda iki şey dikkatimi çekmişti. Birincisi, şırıl şırıl akan bir çeşmeydi ya da çeşmemsi bir şey olmalıydı. Bu şey etrafında budizmi barındırıyordu. Heykelden bir çeşmeydi sanırım. Mesele ne olduğu değildi, tam olarak bizlerde bırakmış olduğu ilginç ruhanî bir etkiydi. Yanımdakiler ne olduğunu biliyor gibiydiler ve sanırım bu yapı hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayan tek kişi de bendim. Yanımdakiler özellikle vurgulamaktan geri kalmıyorlardı bu yapıyı. O kadar ilgi çekiciydi ki kendimi alamıyor büyülenmişçesine seyrediyordum onu.

Hatırladığım bir şey de etrafında minyatür dağların bulunduğu ve bu dağların tepesinden aşağı doğru sarmaşık tarzına ev sahipliği yapan yeşil renkte, perdemsi bir nesne iniyordu. O nesne bir söğüt gibiydi ve olabilirdi de, neden olmasın? Bu bir rüya ve her şey mümkün burada. Bir müddet seyredurduktan sonra yürümeye devam etsek de o yapı kısa süreliğine gözlerimin önünden gitmemişti.

Fark ettiğim ikinci şey ise; yürüyüşümüz esnasında olan bir durumdu. Durmadan aynı güzergâhı dolanıp duruyorduk, tabiri caiz ise çember çiziyorduk sanki. Bir ara halam hepimizi durdurarak kuzenime döndü ve: "Siz çayı şurada mı içiyorsunuz?" diye sorarak eliyle bir yeri işaret etti. Kuzenim ise evet dercesine halamı onaylayacak şekilde bir baş sallamasıyla karşılık verdi. Ne hikmetse ben o yeri ne görebilmiş ne de anlayabilmiştim. Ne çayıysa o çayı da rüya boyunca içememiştik. İçecek miydik o bile belli değildi de neyse varsın öyle olsun.

Ahırlarla dolu, müstakil evleri içinde bulunduran bir bölgede dolanıp duruyoruz gibi gelmişti. Aslında bulunduğumuz konum filimlerde konu olan o banliyö tipli mekanlar gibiydi. Tekin değildi anlayacağın, hiç kimseye de rastlamıyorduk ve böyle içler acısı yerlerde bile daima güzel şeylerin ortaya çıkabileceğine şahit olmuştum. Yeter ki gereken ilgi ve ehemmiyet gösterilsin. Bu ilgi ve alakayla bir miktarda imkân olursa şayet çölde gül yetiştirmek bile mümkündür. Adamlar Yemen'de somon avlıyorlar!

Hislerimin yavaş yavaş kontrolünü elimden almaya çalıştığını, bedenimi dahi neredeyse onların yönetmeye başladığını hisseder gibi olmaya başlamıştım. Buna binaen, fark ettiğimi hatırladığım bir üçüncü durumu ilâve edeyim: Sanki o ismi lâzım olmayan diye nitelendirdiğim hanımefendiyi oradaymış da her an karşıma çıkabilecekmiş gibi hissediyordum. Onu her zerremde hissediyordum, zerrelerimden bir tanesi bile murdar olmayacak şekilde yeniden onun varlığını hissettirmekten geri kalmıyordu.

Oradaydı, oralarda bir yerdeydi ama neredeydi? Oralar dediğim yerler neresiydi? Bir nefes kadar yakın olduğunu biliyordum. Sadece ansızın karşıma çıkarda bana bir şeyler der diye ödüm almış başını sorgusuz sualsiz gidiyordu. Onunla karşılaşırsam ne yapacaktım? "Benden aldığın koskoca o üç yılımı geri ver," mi diyecektim? Aksi olarak, "Seni ne kadar özlediğimin tarifi mümkün değil, bana yalnızca minicik bir merhaba der misin?" mi diyecektim. Yahut her şeyi bir yana bırakıp rüyamın vicdanına yalvararak ondan bir kazma bir de kürek dileyip kendimi oraya gömme cüretinde bulunacaktım ve tüm bunlara orada son verecektim. Ama hiçbiri de olmadı. O sinsi varlığın hissi damarlarımdan akmaya devam etti.

Ben bu hisle yanıp tutuşurken nasıl olduğunu anlamadığım şekilde babaannemin evine çıkan merdivenleri arşınlıyordum. Daha doğrusu zihinsel olarak ne kadar gittiysem artık kendimi merdivenleri çıkarken bulmuştum. Hissin düzeyi gitgide daha da kuvvetleniyordu. Oradaydı X kişisi, artık bundan hiç olmadığım kadar emindim.

Balkonda annesini görmüştüm. O beni tanımıyor ve bilmiyordu, böyle diyorum ama durum tam aksi elbette. O anda tanımıyor ve o anda bilmiyordu. Sanırım bilmezlik ve özellikle de tanımazlıktan geliyordu.

Şaşılacak derecede kalabalık bir ortama şahit oluyordum. Nasıl anlatsam bilemedim, ama dostum bu kalabalığın bir tarifi ne yazık ki yok ve bırakalım da bazı şeyler tarifsiz kalsın. İlla her şeye bir anlam yüklemeyelim. Ama inanılmaz bir kalabalıktı! Alan ne denli küçük olursa olsun görmediğim halde sanki milyonlarca insan varmış gibi hissediyordum ve sadece hissetmekle kalmayıp seziyordum da. Yok canım, bu da abartı oldu, yüzlerce diyelim biz buna ve kafamız da, gönlümüz de rahat etsin. İyi madem yüzlerce... Hatta emin olmak adına şöyle de söyleyebiliriz: Ne kadar çevrem varsa, tanıdığım ne çok insan varsa hepsinin varlığını ayrı ayrı o alanda seziyordum. Sadece görmüyordum ve gördüklerimde yirmi-otuz kişiyi geçmiyordu. Ne de büyüttüm şu saçma meseleyi, kusuruma bakabilirsin sevgili kendim. Zaten senden başka ne bakan ne de bakmayan var.

Artık göğsümde titreyen bir pusula gibi varlığını zangır zangır hissettiren X kişisini bulmuştum. Yakınımdaydı, ona bakamadım, onu göremedim ama fark ettim. Ardıma dönsem görecektim. Evin balkon kısmındaydık, korkumdan içeri doğru yöneldim. Orda kalabalık ve geniş bir masa bulunuyordu. Evin gerçekte böyle bir alanı yoktu elbette, bambaşka bir odaydı burası. Tuhaf ki o masada toplanan kişilerin herbirini tanıyor olmama rağmen, orada tanımıyor gibiydim. Onlar da beni tanımıyor gibiydiler ve gereksiz yere tokalaşmak için herbirine ayrı ayrı elimi uzatırken tuhaf tuhaf bana bakıyor olduklarını gördüm. Anladığım kadarıyla varlığımdan huzursuzdular ama işin aslı ben de aynı şeyi onlar için hissediyordum. Sanırım buna kalkışmamdaki tek sebep X kişisinden kaçmaktı.

Nasıl bir rüyaya çattık anlamadım ki, sen de olsan bir şey yapamazdın sevgili kendim. Hayal değil ki müdahale edesin, rüya bu görür ve geçersin, hepsi bu. Ama hayalde istediğin kadar oynama yapabilir, istediğini yazabilir ve yaşayabilirsin. Sınırların kadar sınır çizebilirsin, kapasiten neyse sen de o kadarsın. Neyse ne...

Sonunda beklenen final geldi sanırım. Arkamı dönsem mi dönmesem mi bilemez bir haldeydim. Göğsüm un ufak olmuş gibiydi. Kalbim var ya sevgili kendim, öyle bir çarpıyordu ki sanki bedenimi delip geçecek ve hatta hızını alamayıp ozonu bile yırtıp gidecek bir şiddetle atmakta ısrarcıydı. Bu şiddete dayanamayıp arkama dönmüştüm. Döndüğüm anda onun gülümseyen yüzüne dolanmış olan kıvırcık saçlarını görünce kalbim, çarpıntıdan farklı olarak bir ceset gibi hareketsiz kalakaldı. Ve ne yazık ki benim orda olduğumu, ona baktığımı bildiği halde o beni görmemişti.

Bir rüyanın da böylesi...

Heyhat!

Keyfim kahyasına haber saldı ve pılını pırtısını da toplayıp gitti.

Kendime İtiraflarımWhere stories live. Discover now