Çok garipti o zamanlar. Sevinçle bize konuşan doktoru dinlerken aklımda sadece kimin öldüğü vardı. Ve kimin böyle yüce gönüllü bir şeye onay verdiği...

Aklımda olan bu soruya zamanla cevap buldum. Kalbini bana veren kişi Yiğit'ti.

O yüce gönüllü, kaç tane insana hayat olan kişi Yiğit'ti.

Yiğit 25 yaşındaydı bu hayattan göçtüğünde. Bir trafik kazası onu almıştı ailesinden. Ve bir trafik kazası bana hayat vermişti.

Kader buydu galiba. 25 yaşında hayatının baharında öldü. Ve on yedi yaşımda ki bana sayılamayacak baharlar hediye etti...

İşte tüm bu garip döngünün içinde iyileşmeye ve yeni baharlar görmeye devam ederken ruhen yaralandığımı çok geç fark ettim. Belki farkında bile olmazdım yıllarca. Ama işte bahsettiğim o aitlik hissi döndü dolaştı tekrar bana geri döndü. Hem de en mutlu olduğum anlarda.

Nakil olmuş tüm hastalarda bu his var mıydı bilmiyordum. Ama bende olduğu aşikardı...

Ben atan, atmaya devam eden kalbimi hiç kendime ait hissedemedim.

Bilmiyorum belki de kendimi ölüme hazırlarken bir mucizeye tanık olmak beklemediğim bir şeydi.

Bir keresinde yardım aldığım psikolog şöyle söylemişti; "Ömrünün yarısını hastane koridorlarında ölümü bekleyerek geçirmeniz sizi bu hislere sürüklüyor."

Yani tam bu cümleler olmasa da bunu söylemişti. Ona göre ana fikir, ölüm korkumdu. Ben ölmekten korktuğum için hala daha gerçekliği kavrayamamıştım. Ve bu yüzden de atan kalbimi kendime ait hissetmiyordum.

Sebebi ölmekten mi korkmamdı bilmiyorum...

Aslında cevabı olmayan bir şeydi benimkisi. Çünkü ben sadece kalbimi kendime ait hissetmiyordum. Yoksa hayatımda her şey olması gerektiği gibiydi.

Mutluydum ben. Sadece lafta değil. Gerçekten mutluydum.

Bir kere her insanın sahip olamayacağını kadar sevgi dolu bir annem ve babam vardı. Mübalağa yapmıyorum. Hakikaten öyleydiler.

Ömürlerini bana adamışlardı onlar. Benimle ağlıyor benimle gülüyorlardı. Kararlarıma saygılılardı aynı zamanda. Zaten şu zamana kadar da onları yanıltacak hiçbir şey yapmamıştım.

Bunu yapmaya vaktim bile olmamıştı orası ayrı.

Ben annem ve babamın tek çocuğuydum ve o çocukları hastaydı.

Bazen düşünüyorum da bir anne ve baba için bundan daha zor bir şey olamaz. Ki ben annem ve babamın uzun uğraşlar sonunda sahip oldukları evlatlarıydım.

Kader doğumumu bile kolay yazmamıştı. Bununla beraber zor şartlarda dünyaya geldikten sonra ailemi bir sürpriz karşılamıştı. Çünkü doğuştan kalbim delikti.

Zaten sonrası yaşanamayan bir çocukluğu getirdi bana. Mesela ben hiç saklambaç oynadığımı hatırlamıyorum, ya da yakan top, kovalamaca ve daha nicesini.

Çünkü ben hep tehlikedeydim. Çünkü ben hem kalbinden rahatsız bir çocuk, hem de soluklarını hiç düzene sokamayan astımdım.

Beni çocukluğumda ve ergenliğimde hep ameliyatlar ve tedavilerle ayakta tuttu. Bende bu tedaviler ile on yedi yaşıma kadar idare etmiştim. Zaten on yedi yaşımda yolun sonuna geldiğimi anlamıştım.

On yedi yaşıma gireli tam üç gün sonra kalbimin artık benim için bir faydası olmadığını söylemişti doktorlar. Çünkü ben doğum günümde büyük bir kriz atlatmıştım. Ben doğum günümde mumlarımı bile üflemekten acizdim. Benim için artık tek umut yeni bir kalpti...

NAZLI SEVDAWhere stories live. Discover now