24. Bölüm

379 34 153
                                    

Marinette'in Anlatımıyla

"Alexa da gelecek mi Kedi?" dedim fırından çıkıp ona yöneldiğimde. Tekrar Adrien olmuştu. Yağmur durmuştu, yine de krem rengi şişme montumu giymiştim. Adrien ise hastaneden verilen bordo renk boğazlı kazak ve siyah kapüşonluyu giyiyordu halen. Başına üstündeki montun kapüşonunu çekmişti. Dışarıda çok soğuk bir hava vardı. Kapıdan çıkınca bile ellerim titremeye başladı. Hızla Adrien'ın yanına koştuğum sırada cevapladı beni,

"Hayır, ona sonra göstereceğim. Gerçi şimdi seni de götürmeyecektim ama gel bari, acıdım." Elleri ceplerinde, yürümeye başlarken sırıtarak demişti. "Acıdı" ha? Ben ona acımayı gösterirdim ama neyse... Yalnızca gözlerimi devirdim.

"Ah, her neyse. Sen üşümüyor musun öyle?"

"Üşüyorum ama birazdan geçer. Kalın giyindim."

"Hadi ama, saçmalama! Şu paranı nerede saklıyorsan gitmeden sana birkaç bir şey alalım. Olmaz böyle!" Yürürken kapşonun ardından bakışlarını bana çevirdi. "Ne gerek var şimdi? Dedim ya, geçer birazdan."

"Çok inatçısın!"

"Hayır, inatçı sensin."

"Benimle inatlaşma o zaman?"

"İnatlaşamam zaten, o kadar inatçısın ki denesem ben zararlı çıkarım."

"Aağh!" Sinirle gözlerimi devirdiğim sırada burnundan gülüp beni sol koluyla kendine çekti. Başımı göğsüne yasladığımda yürümeye devam ediyorduk. Ciğerlerim bir anda erkeksi kokusuyla doluvermişti. Sol eli saçlarım arasında yaramazlık yapıyordu. Adımlarımız yavaşlamıştı. Saçlarımın arasına küçük bir öpücük kondurup başını başıma yasladı ve girdi konuşmaya,

"Şaka yapıyorum leydim, beni zararlı çıkaracak kadar inatçı değilsin." Kollarımı bedenine sardım, yüzümde hafif bir sırıtış vardı. Bakışlarını yoldan ayırmadan devam etti.

"Fazlasısın." Fazlası?

"Ya!" Yavaşça yumruğunu göğsüne vurduğumda sırıtıyordu, "Sensin inatçı! Nereye gittiğimizi de söylemedin hâlâ! Beni mi delirtmeye çalışıyorsun?"

"Evet." Cevap net ve oldukça sinir bozucuydu. Ve sırıtışı, beni daha da sinirlendirmeye yetiyordu. Yine de kıyamıyordunuz ki! Karşımda her an kırılmaya müsait bir aynadan daha kırılgan, daha hassas bir çocuk var...

"Her neyse." diye mırıldandım sessizce. Adımlarını daha önce gitmediğim bir yere sürüyordu, fakat anlamayacak kadar aptal değildim. Annesine gittiğine emindim, ancak para kısmı beni yanıltıyordu. Belki Bay Agreste ölmeden önce bir insanlık yapıp bankada oğluna birikim yapmıştı ve Adrien oraya gidecekti ancak önce annesine gitmeye karar vermişti. Olamaz mıydı?

Tamam, olabilirdi ancak Adrien oraya kadar yürüyebilir miydi? Aklımdaki tek soru buydu. Ve salak iç sesim bana karşı geliyordu! O bebek değil, yürüyebiliyor diyordu. Ah, kapa çeneni iç ses! Alışma sürecinde! Hadi tamam, çoktan alışmış olsa sorun değil diyeceğim de, yere düştüğünde? Onu bile anlatmadılar, göstermediler. Ve ben hariç destekçisi bile olmadan yurt dışına kaçacak. Ne kadar zor olduğunu hayal edince, gerçekten kalbim acıyordu.

İçimde bir yerlerde başka bir ses, hiçbir şeyin sandığım gibi olmadığını da savunuyordu. Hangi birine inanacağımı şaşırmıştım doğrusu. Ancak şu saatten sonra, son nefesime kadar güvenebileceğim, inanacağım tek kişi Adrien'dı. Başımı koyduğum göğsün sahibi...

***

"Tahmin etmiştim." diye mırıldandım kendi kendime Adrien anahtarıyla kilidi açarken. Tüylerim tekrar diken diken olmuştu. İçerideki mezar başta olmasa da şu an doluydu ve bu, beni daha da korkutuyordu. Adrien ise aşırı normal bir şeymiş gibi davranıyordu. Markete girmek nasıl kolay ve sıradansa, o şekilde giriyordu bir mezarlığa. İnanın şu durumu görseniz, anormal mi normal mi seçemezdiniz. Ve içerideki asıl gerçeğin onu sarsacağını bilmeden, masumca, başı eğik içeri giren çocuğa benim yerimde olup baksaydınız; şu acıya dayanamaz, ardınıza bile bakmadan koşarak uzaklaşmak isterdiniz. Yalnız sorun, bu gerçeğin illaki bir gün günyüzüne çıkmak zorunda olduğuydu. Fakat asıl acı olan, o günün bugün olmasıydı...

İçimde Kaldı... | Miraculous ✓Where stories live. Discover now