6

1.2K 108 32
                                    

Pazartesi 17.20

Yorgunlukla birkaç saat boyunca boş boş dolaşmıştım. Hep böyle oluyordu işte. Ne zaman kullansam etkisi geçtiği zaman tüm vücudumu bir yorgunluk esir alıyordu. İş de bulamamıştım zaten. Bir mekanla canlı müzik konusunda anlaşacak gibi olmuştuk ama sonra fazladan masraf yapmak istemediklerini fark etmişlerdi. Yine de kararları değişirse bana ulaşacaklardı. Jimin'e yumruk attığım için zaten pişmanken şimdi pişmanlığım kat kat artmıştı. İş bulmak nasıl bu kadar zor olabilirdi ki?

Her zaman hızlı olan adımlarım bu sefer yavaştı. Bu sefer gidecekleri bir hedef vardı çünkü.Hem de hiç gitmek istemedikleri. Boyası dökülmeye başlamış binanın önünde durduğumda sıkıntıyla ofladım. Artık buraya hem gelmek istiyor hem de yakınından bile geçmek istemiyordum. Bunları düşünmek bile o kadar acıydı ki benim için. Vicdan azabı çekiyordum, bencilliğime sövüyordum. Ama elimde değildi. Kaç yaşındaydım ki ben? Bu kadar yükü sırtlanmak fazla geliyordu artık.

Daha fazla orada bulunmanın anlamsız olacağına karar vererek binaya doğru adımladım ve içeriye adım attım. Derin bir sessizlik vardı ama yine de o hastane havası hala yerinde duruyordu. Hava yavaştan kararmaya başladığından olsa gerek etraf sessizdi. Biraz daha ilerleyerek danışmaya ilerledim.

"Merhaba, müdür bey ile görüşecektim." dedim önümdeki kadına. Yeni girmiş olmalıydı çünkü daha önce hiç görmemiştim onu. O sırada arkamdan gelen sesle bakışlarımın odağı değişti. "Jungkook?"

Arkama döndüğümde her zamanki hemşireyi gördüm. Gülümseyerek bana bakıyordu. Büyük ihtimal o da beni görmeye alışmıştı artık. Pek içimden gelmese de ayıp etmemek adına gülümsedim. "Nasılsın oğlum?" dedi gözlerini kısarak.

"İyiyim siz nasılsınız?" dedim sakince. "İyiyim, ne için geldin sen?" diye sorduğunda elimi saçlarıma atarak karıştırdım. "Müdür çağırmış ödemelerle ilgili." dediğimde suratı düşmüştü. Ne durumda olduğumu az çok biliyordu kendisi. Bir ablam olsaydı onun gibi olsun isterdim sanırım. İyi niyetli birisiydi. "Önce onu görmek ister misin?" diye sordu tereddütle. Sorusuyla bir an duraksasam da onayladım sakince. Tabiki görecektim, sadece biraz daha geciktirmeye çalışıyordum. Birlikte yavaş adımlarla üst kata çıktığımızda her zaman girdiğim odanın önünde durduk. "Durumu nasıl?" diye sordum korkarak. Üzgün bir surat ifadesiyle "Aynı." diye mırıldandı. Alışmıştım artık bu sözcüğe.

İçeri girdiğimde her zamanki kasvetli hava yine oradaydı. Boğucu ve insanı yoran cinsten. Tekerlekli sandalyesinde oturmuş camdan dışarısını izleyen kadını görmemle anında boğazımda bir yumru hissettim. Yutkunsam da gitmiyordu, orada öylece duruyordu işte. Kapıyı arkamdan kapattığımda çıkan sesle bana döndü ve yüzünde büyük bir gülümseseme belirdi.

"Güzel çocuk gelmiş, güzel çocuk gelmiş!" dedi coşkuyla. Gözlerime yaşlar birikirken gülümsedim. "Geldim annem."

Yavaş adımlarla yanına giderek dibine çöktüm hemen. Ellerini avucumun içine aldım ve koklayarak öptüm. Parlayan gözlerle bana bakıyordu. O kadar masum duruyordu ki hiçbir şeyden haberi yoktu. Ne kirlenen bu dünyadan ne de oğlunun içine düştüğü bataklıktan.

"Nasılsın? İyi gördüm seni." dedim sesimin tonuna dikkat ederek. "Güzel çocuk gelmiş!" dedi tekrardan. Ellerini yüzüme koyarak yanaklarımı okşarken gülümsemeye çalıştım. "Gelmiş tabi ya, gelmez mi hiç?"

"Güzel miyim ben de senin gibi?" dedi gözlerimin içine bakarak. Onaylarcasına hızlıca salladım kafamı. "Çok daha güzelsin." diyerek elimdeki ellerini sıktım. Çocukça gülümseyerek başını önüne eğdi. Gerçekten de hala çok güzeldi, bir melek gibi. Ama şimdi ne anlamı vardı ki bunun?

𝓛𝔲𝔪𝔦è𝔯e *νḲσσкмιηWhere stories live. Discover now