18| Last favor

En başından başla
                                    

Benden nefret et, benden nefret et, benden nefret et ki kendimden nefret edeyim.

Binlerce kez içimden yüz ifadesinin bir gülümsemeyle değil de nefretle dolması için diledim. Diledim çünkü olması gereken buydu. Yapmıyordu, o dudaklardaki gülümseme acı çektiğini biliyorum, bu senin suçun değil der gibiyken kendimden nefret etmemi engellemek istiyordu adeta. Hep böyleydi işte, gülümsemesini bana aşılamak ister, her şeyin yolunda olduğunu sadece gülümsediğimizde bunları aşabileceğimizi savunurdu.

Elimle bağlı elini nazikçe kavradığımda acı içinde dudaklarımı değdirip hafifçe öptüm "Ah, Hoseok... Ah..." papatyalarla bezenmiş kokusunu içime çekerek en yakın arkadaşıma olam özlemimi gidermeye çalıştım, acılarımı, pişmanlığımı her şeyimi gidermeye çalıştım. Onun için denedim, çünkü o böyle istiyordu, bana gülümsemesinden belliydi. Yine de pek beceremedim, reddediyordum bu durumu tamamiyle. Her şey benim suçumken nasıl olur da reddedemezdim ki zaten.

"Ağlama," Hoseok, yavaşça mırıldanıp elimi bağlı olduğu için güçlükle tuttuğunda ona yardımcı olup kavradım ve avuç içlerini defalarca öptüm "Özür dilerim, hepsi benim suçum, tüm bunlar benim suçum."

"Jimin-ah, ağlama."

Her söylediğini dinleyen ben bu kez yapamadım. Söylediği gibi güçlü kalamadım. Yoongi'den sonra onu da kırdığımı fark ettim. Ben gerçekten berbat bir insandım. Bu sedyeye mahkum olmak kaderimken bundan kaçmış, başkalarının kaderini değiştirmiştim. Ne Yoongi'nin ruh eşi olmayı ne de Hoseok'un arkadaşlığını hakediyordum.

"Bana bak, Jimin-ah."

Hıçkırıklarım arasında ona bakıp gözlerimin yaşlarını elimin tersiyle sildim. Defalarca kez burnumu çekerken bana bitkince gülümsemiş "Çiçeklerinin, gelincik olacağını biliyordum. Çok, çok güzeller..." demişti.

Bu alt dudağımın titreyerek yeni bir ağlamanın şiddetine kapılmamı sağlamasıyla alnımı eline yaslayarak "Çok güzeller... Ama onları kaybettim, onu kaybettim. Her şeyi biliyor..." dedim.

"Aptal, onu kaybedemezsin ki... Ruh eşleri evrenin başından beri birbirlerine bağlıdır. Onları ancak ölüm ayırabilir ve bazen ölüm bile ayıramaz."

Keşke... Keşke bilebilseydi neler yaşadığımı. Keşke hatırladıklarımı ona anlatabilseydim ve keşke bizi zamanında ölümün ayırdığını ve aynı şeyin yeniden farkı bir versiyonunun yaşanmak üzere olduğunu söyleyebilseydim. Çünkü tüm bunlar zaten beni öldürmeye bile yeterken yaşanacak şeylerin ve çoktan bir çoğunun yaşanmış olduğunu şeylerin olduğunu bilmek beni işin içinden daha da çıkmaza sürüklüyordu, yaşarken öldürüyordu.

Bir şey söyleyemeden ağlamaya devam ettim. Onunla bu haldeyken bile ne konuşuyordum ki, hala beni düşünüyordu, hala bana akıl verip ağlamama engel olmaya çalışıyordu.

Aceleyle yüzümü kaldırıp ellerimle ışıltısını yitirmiş yüzünü okşadım "Seni buradan kurtaracağım. Tamam mı?"

"Jimin-"

"Sus." dedim ağlayarak çünkü adımı söylerken bana bakış şeklinden benim için umut yok diyeceğini anlamıştım. O her hareketimi bilirken ben de onunkileri biliyordum. Onu buradan kurtaracaktım, ne olursa olsun kurtaracaktım. Yoongi'yi kaybetmiştim, kırıklıklarımızı birer birer toplayacak olsam bile ondan vazgeçmeyecektim gerçi ama Hoseok'u kaybedemezdim. Hoseok benim ailemdi "Sus, lütfen çünkü-"

"Biliyorum. Çünkü biz aileyiz. Aileler birbirini bırakmaz. Ama eğer bir şey olursa... Ruh eşinden başka kimseye güvenme tamam mı?"

Burnumu çekerek başımı iki yana salladım ve ağlamayı bir an olsun kesmeden "Yapma. Vedalaşır gibi konuşma benimle." dedim telaşla. Öyle hissettirmişti, sanki son konuşmamız gibiydi bu, canımı yakmıştı bu yüzden. Onu dönüşü olmayacak şekilde kaybettiğim hissiyle tüm ruhum çekildi. Kurdumu bile hissedemedim ki zaten uzunca bir süredir ortalarda yoktu.

Counterclockwise | YoonminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin