4|Our birthmarks

4.6K 478 572
                                    

"Kalbimi çaldıktan bir gün sonra, dokunduğum her şey bana daha iyi paylaşacağını söyledi."

Güneş ışıklarının yoğun bir şekilde gözlerimi acıtmasına karşılık yattığım yerde debelendim. Güneşten nefret ediyordum, özellikle de sabahları. Bu yüzden evim sabah güneşini çok nadir görürdü ama hey, bir saniye. Güneş ışıkları, yoğunluğu ve koku... Gözlerimi yavaşça araladım ve etrafı idrak etmeye çalıştım. Benim evimin karanlık aurasından oldukça pastel tonlarda bir odada beyaz çarşaflar içinde yatıyordum. Ama bir şey eksikti, dün gece burnunu boyun girintimden ayırmayıp kokumu soluyan omeganın yeri bomboştu. Yerini benim kokum kaplamıştı, odasının her köşesi ben kokuyordum, onunki sadece alttan arada sırada gelen bir aroma gibiydi.

Gözlerimi ovuşturup doğrularak yatakta düşürdüğüm telefonumu cebime sıkıştırıp ayaklandım ve odadan çıktım. Dün akşam üzeri stresli oluşu yüzünden ben de aynı şekilde hissettiğim için pek dikkat edememiştim, ev tek kişinin yaşaması için fazla büyüktü. Devlet gerçekten korunmada olduklarını hissettiriyor olmalıydı yoksa böyle bir ev ancak hayal olabilirdi. Gerçi benim için pek değildi ama neyse.

Saçlarımı koridorda gördüğüm aynadan bakıp karıştırdım, fazla dağınıklardı ve bu hareketim daha da fazla karışmalarına neden oldu. Sonra uzun koridorda yürüyerek biraz ileriden gelen Jimin'in sesine yöneldim.

Kapısı aralık olan tamamen gün ışığı dolu bir odanın girişinden yavaşça adımladığımda bir sürü resm çalışmalarının arasında yerde oturduğunu gördüm. Üzerinde haki renginde saten bir sabahlık vardı, sol omzunun kol kısmı düşmüş dirseklerinde duruyordu. Altında muhtemelen kısa bir şort ya da bir baksır vardı. Elindeki bir fırçayla önündeki tuvale bir şeyler çizerken güneş tam üzerine vuruyordu. Evime bu kadar yoğun öğlen güneşi girmediği için pek fark etmemiştim ama güneş ışıkları altında teni pürüzsüzce ışıl ışıl görünüyordu. Ona baktığımda güneş tarafından kutsanmış bir peri gibiydi. Genlerinin kaliteli olmasına şaşmamalıydı.

Varlığımı fark etmiş gibi fırçası tuvalin üzerinde gezdirmeyi bıraktı ve çıplak olan omuzunun üzerinden dönerek girişe doğdu yan gözle bakındı. Dudakları hafifçe omzuna değiyordu "Seni Hoseok mu buldu?"

Girişe yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirerek kaşlarımı kaldırdım "Onu sen göndermedin mi?"

Alayla dudaklarından bir gülüş yükseldi ve önüne dönüp "Sanki ben çağırsam gelecektin de..." diye söylendi. Yani... Bir bakıma haklıydı ama işte buradaydım ve buna ben de pek inanamıyordum.

"Hoseok benden sadece yüzüğü istedi Jimin, onu tanımadığım için öylece veremezdim, bu yüzden kendim geldim."

"Vay." dedi bağdaş kurmuş bir şekilde bana dönerek ve yavaşça devam etti "Gözlerim yaşardı."

Gözlerimi kısarak ona bakındım. Ona yukarıdan bakarken oturmuş oyun oynayan küçük bir çocuk gibi göründüğünü fark etmiştim. Evet, dik başlıydı onu hep bu şekilde görmüştüm. Ama şimdi kendi evinde kendine güveni yok gibi bir hali vardı, dışarıdakinin tam tersi ve aslında olması gereken bunun tam tersiydi. Korunduğu için dışarıdaki alfalardan çekinmeli evi güvenli bölge olduğu içinse daha özgüvenli dik başlı olmalıydı. Yine de bu güvensiz tavrını önemsemeden omzumu yasladığım duvardan ayırıp "Dalga geçebildiğine göre iyi olmalısın. Ben gidiyorum elektrikleri kestir." diyerek arkamı döndüm.

"Kurdunu önemsiyor musun alfa?" Arkadan kalktığını belli eden sesler geldiğinde ona döndüm ve bunu görünce birkaç adım kala durdu.

Bu nasıl bir soruydu böyle? Aksi mümkün dahi olamazdı.

Counterclockwise | YoonminWhere stories live. Discover now