Sıfır Noktası

390 20 24
                                    

Merhaba,

Yeni başlayan hikayemize hoş geldiniz. 

Sizleri tanıtım bölümüyle baş başa bırakıyorum, son satırda görüşmek üzere.

🐝

Odadaki boğuk hava, içeride bulunan insanları kasveti altına almıştı. Duvardaki asma saatin gürültülü tıkırtıları sessizliğin içinde yankılanıyordu. Pencerenin jaluzisinden sızan gün ışığı odayı daha da kasvetli hale getiriyordu. Yumuşak deriden yapılma siyah renk berjere oturan adam elleriyle başını kavramıştı, acımasızca kumral saçlarını çekiştiriyordu. Üzerindeki takım elbisenin ceketini gelişigüzel odanın içine fırlatmıştı. Gömleği kırışmış, yer yer buruşmuştu. Durmadan ayaklarını titretip bütün vücudunu baştan aşağı sallıyordu ve bu görüntüsü onu histerik gösteriyordu. Gözleri babasının masasında duran aile fotoğrafına kayınca yutkundu. Başından aşağı sis tabakası gibi onu saran duygunun keskinliği bir an için bedenini titretti. Bu duyguyu bir an için duyumsayamadı. Oysaki sadece çaresizdi.

Çaresizlik, kavradığı insanı bir anda öldürmez; yaralar ve arada ona ufak umut tanelerinden yapılmış tuz uzatırdı. Can havliyle açık yaraya dökülen tuz, can yakana kadar merhem zannedilirdi. Yaraya döküldüğünde ise can acımaya devam ederdi.

Genç adam günlerdir ateşlenen oğlunun gittikçe eriyen bedeniyle kendini kaybetmişti. Oğlu sanki bir mumdu ve günden güne eriyordu. Hastanenin kesif ve hiçlik kokusu, hastanenin dışında bile burnundan gitmiyordu. Elini saran minik parmakların dermansızlığı adamın hayat iplerini gevşetiyordu. Bahçede koşan oğlunun neşeli hareketleri aklına geliyor, mikrop kapar diye ayrıldığı köpeğini sormasıyla dağılıyordu. Eşinin de hastanede yatıp kalkması adamı daha da derin bir çıkmaza sürüklüyordu. İsyan etmiyordu, edemezdi. Ama 'Neden ben Allah'ım?' diye sormaktan kendini geri alamıyordu.

Adamın canı acıyordu. Canı gerçekten acıyordu. Yaşlarla dolan gözleri, masif ağaçtan yapılmış masanın gerisinde duran oldukça düşünceli bir şekilde piposunu tüttüren babasına kaydı. Gittikçe kıvrılan dumanın tütsüsü, babasının çehresini gölgeliyordu. Gri saçları alnından geriye yaslanmıştı, gözleri kalın çerçeveli gözlüklerinin ardından cam gibi parlıyordu. Alnında biriken çizgiler yıllanmıştı. Gözleri dalgın, omuzları çöküktü. Oysaki babasını hep güçlü ve kudretli hatırlardı. Ancak yıllar sonra bile bu anın fotoğrafı, zihninin dehlizlerinde saklanacaktı.

Geniş odada pencerenin hemen yanındaki koltukta oturan arkadaşına baktı. Adam çatılmış kaşlarıyla ve bir noktaya sabitlediği bakışlarıyla umutsuz görünüyordu. Her daim kıvrılmaya müsait saçları dağılmış alnına serpilmişti. Geniş omuzları koltuğun sırtında olduğundan daha geniş duruyordu. Elinde her an düşecekmiş gibi tuttuğu kahve bardağını salladıkça hem eline hem de yere kahve dökülüyordu ancak bunu fark etmiyordu. Kaşları sert yüzünü tamamlayan fırça darbesiyle şekillenmiş, çatılmıştı. Arkadaşını, can dostunu hiç bu kadar mutsuz ve umutsuz görmemişti.

Her birinden medet umarcasına gözlerini uzun uzun üzerlerinde gezdirdi. Kimse çağrısına cevap vermedi. Umut, pahalı bir paltoymuş, almaya parası yetmemiş de ayazda kalmış gibiydi. Kalbini saran buzdan parmaklıklara dayanamadı.

"Ne yapacağız?" diye hırsla soludu. "Hiçbir örnek uymuyor!"

Babasının gözleri adamın üzerinde uzun uzun gezindi. Bir baba, oğlunun çaresizliğini görmektense ölmeyi yeğlerdi ancak elinden bir şey gelmiyordu. "Sakin ol," diye cevap verdi.

"Sikerim sakinliğini!" Genç adam yerinden doğrulup babasının üzerine yürüdü. Arkadaşı sakin ama karamsar gözlerle onları izliyor, pek karışmıyordu. "Bulamazsak ölecek, baba!" Ettiği laftan sonra hıçkırık koptu kalbinin bir yerlerinden. Aniden babasının ayaklarına kapandı, kafası parlayan ayakkabıların üzerinde oldukça eğreti duruyordu. Yanağı cilalı ayakkabının üstüne yapışmıştı. Gözyaşları cilayı daha da parlatıyordu. "Ölmesin baba, yalvarırım," diye inledi. Elleri, babasının bacağına sarılmış, pantolonunun kumaşını buruşturmuştu. "Yaşasın, yaşasın, yaşasın... Allah'ım ne olur yaşasın! Ben öleyim baba, ben öleyim." Yaşlı adam eğilerek oğlunu kaldırdı. Gözleri buğulanmıştı, oğlunun bir anda yirmi yaş almasını izlemişti. Devrilen koca beden, ondan medet umuyordu. Genç adam, hıçkırıklarına ara vermeden ben öleyim diye fısıldıyordu.

"Bana bak," dedi babası. Oğlunun yakalarından tutup onu sarstı. "Oğlum, bana bak." Genç adam babasının buğulanmış gözlerine baktı. Ümitsizlik dört bir yanını kuşatmış göz bebeklerini titretiyordu. Adam oğlunun gözlerine daha fazla bakmaya dayanamadan bedenine sıkıca sarıldı. "Bulacağız oğlum, yaşatacağız Ceyhun'u." 

🐝

Nasıl buldunuz çok merak ediyorum, yorumlarınızı belirtmeyi unutmayın lütfen.

İlk bölüm yakında, görüşürüz 🧡

BAL TUZAĞIWhere stories live. Discover now