23. Bölüm

248 37 13
                                    

''Beni tanıştığımız geceye geri götür. Ve o zaman kendime söyleyebilirim: Ne halt yemem gerektiğini. Önce senin tamamına, sonra çoğunluğuna sahiptim. Birazına sahiptim, ve şimdi hiç değilim. Beni tanıştığımız geceye geri götür. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.''




   Ertesi sabah uyandığımda kendimi biraz suçlu hissediyordum. Hatta korkmuştum. Chanyeol gibi kulağıma dokunmamam, istediği zaman odama gelemeyeceği anlamına gelmezdi. Çok kolayca yakalanabilirdik. Eğer yaptıklarımdan birinin haberi olsaydı...

   Vatana ihanetti ve saray, ihanetle tek bir şekilde başa çıkıyordu.

   Fakat diğer yanım umursamıyordu. Uykudan uyanırken, Jongin'in gözlerindeki her bakışı, her dokunuşunu, her öpüşünü hayalimde tekrar canlandırdım. Çok fena özlemiştim.

   Keşke konuşacak daha fazla vaktimiz olsaydı. Jongin'in ne düşündüğünü öğrenmem gerekiyordu, gerçi dün gece bana bazı ipuçları vermişti. Gerçekten inanılmazdı -onu arzulamamak için o kadar çabaladıktan sonra- o hâlâ beni istiyordu.

   Günlerden Cumartesi'ydi ve Erkekler Odası'na gitmem gerekiyordu fakat gidemeyecek durumdaydım. Düşünmeye ihtiyacım vardı ve aşağı kattaki sonu gelmez muhabbetlerin ortasında düşünemeyeceğimi biliyordum. Hizmetçilerim geldiklerinde, başımın ağrıdığını ve yatakta kalacağımı söyledim.

   Çok yardımcı oldular, bana yemek getiriyor ve odamı, olabilecek en sessiz şekilde temizliyorlardı, onlara yalan söylediğim için kendimi kötü hissettim. Söylemem gerekiyordu, gerçi. Zihnim tamamen Jongin'e odaklanmışken, kraliçeyi, erkekleri ve muhtemelen Chanyeol'ü göremezdim.

   Gözlerimi kapattım fakat uyumadım. Tam olarak nasıl hissettiğimi anlamam gerekiyordu. Döndüm ve Linchen'in suratını, kapıya bakmasını ister miyim diye sessizce sorarken yakaladım. Hızlıca oturdum, saçımı düzelttim ve başımla onayladım.

   Chanyeol olmaması için dua ettim -suratımda işlediğim suçları okuyabileceğinden korkuyordum- ama Jongin'in suratının kapımdan içeri girmesini görmek için de hazırlıklı değildim. Vücudumun dimdik bir hale büründüğünü hissettim ve hizmetçilerimin bunu fark etmemiş olmasını umdum.

   Linchen'e, ''Affedersiniz beyefendi,'' dedi. ''Ben Subay Kim. Beyefendi Baekhyun ile bazı güvenlik önlemlerini konuşmak için geldim.''

   ''Tabii ki,'' derken, normalden büyük gülümseme ile Jongin'e içeri girmesini işaret ediyordu. Köşede Jae'nin, kıkırdayan Dudu'ya dirsek attığını gördüm.

   Jongin bu sesi duyduğunda, onlara doğru döndü ve şapkasına dokundu. ''Beyler.''

   Dudu kafasını eğdi ve Jae'nin yanakları saçımdan bile daha kırmızı bir hale büründü fakat cevap vermediler. Linchen'de Jongin'in yakışıklılığından etkilenmiş görünse de cevap vermek için kendini toparladı.

   ''Biz çıkalım mı, beyefendi?''

   Bunu düşündüm. Bir şeyleri ortaya dökmek istemiyordum ama biraz mahremiyet fena olmazdı.

   ''Sadece bir dakikalığına. Subay Kim'in beni uzun süre tutmayacağına eminim,'' diye karar verdim ve onlar da odadan çıkıverdiler.

   Onlar kapıdan çıkar çıkmaz Jongin konuştu. ''Korkarım ki yanılıyorsun. Seni uzun süre alıkoyacağım.'' Bana göz kırptı.

   Kafamı sağa sola salladım. ''Hâlâ burada olduğuna inanamıyorum.''

   Jongin, hiç vakit kaybetmeden şapkasını çıkardı ve yatağımın kenarına oturdu, ellerini de öyle bir yerleştirdi ki parmaklarımız birbirine belli belirsiz dokunuyordu. ''Askerliğin şükredilecek bir şey olacağını hiç düşünmemiştim ama özür dileme fırsatını bana veriyorsa, sonsuza dek minnettar kalacağım.''

꧁SELECTİON꧂Where stories live. Discover now