9. Bölüm

316 42 21
                                    

''Ben bir peri masalına aşığım, canımı yakmasına rağmen.''

   Havaalanındaki yoğun karşılama partisinden sonra bile saraya giden yol, iyi dileklerini sunan bir yığın insan doluydu. Onları selamlamak için camları indirmemizin yasaklanmış olması üzücüydü. Öndeki koruma, kendimizi kraliyet ailesinin bir parçası olarak görmemiz gerektiğini söyledi. Çoğu bize tapıyordu ama dışarıda, prensi incitmek ya da monarşiyi zedelemek için bizi incitmekten kaçınmayacak insanlar da vardı.

   Arabada Jae-hyun'un yanına tıkılıp kalmıştım -siyah camları olan, ikişerli grupların karşılıklı oturacağı şekilde tasarlanmış özel bir araçtı- Felix ve Yohan önümüzde, yan yana oturuyorlardı. Yohan camdan dışarı bakarken ışıldıyordu ve sebebinin ne olduğu açıktı. Adı birçok pankartta yazılıydı. Ne kadar çok hayranı olduğunu saymak imkânsızdı.

   Felix'in adı da oraya buraya serpiştirilmişti, neredeyse Jae-hyun'un ki kadar çoktu ve benim adımdan açık ara öndeydi. Daima beyefendi gibi davranan Felix, geçitte favori olmadığı için telaşlanmadı. Jae-hyun ise, görebildiğim kadarıyla gıcık olmuştu.

   ''Ne yaptı sence?'' Yohan ve Felix birbirlerine evlerinden bahsederken, Jae-hyun kulağıma fısıldadı.

   Karşılık olarak, ''Ne demek istiyorsun?'' diye fısıldadım.

   ''Bu kadar popüler olmak için. Sence birilerine rüşvet mi verdi?'' Sanki kafasında, erkeğin değerini ölçüp biçermiş gibi gözleri Yohan'ın üzerinde odaklandı.

   Şüpheyle ''O bir Dört,'' dedim. ''Birilerine rüşvet verecek imkânı olmaz.''

   Jae-hyun dudaklarını ısırır gibi yaptı. ''Lütfen. Bir erkek, birden fazla yolla karşılığını vererek istediğini elde edebilir,'' dedi ve camdan dışarı bakmak için kafasını çevirdi.

   Ne kastettiğini anlamak bir dakikamı aldı ve bu pek içime sinmedi. Yohan kadar masum birinin, öne geçmek uğruna biriyle yatmayı -ya da bir yasağı çiğnemeyi- asla düşünmeyecek olmasından değil, saraydaki hayatın hayal ettiğimden daha acımasız olabileceğinden dolayıydı.

   Sarayı pek seçemiyordum ama duvarlarını görebildim. Açık sarı sıvalı ve çok, çok yüksektiler. Yaklaştığımızda açılan kapıların her iki tarafında da muhafızlar vardı. İçeride, resmi görevlilerin bizleri karşılamak üzere beklediği, ortasında fıskiye olan, uzun, çakıl taşlı bir yolla karşılaştık.

   Belli belirsiz bir merhabalaşmanın ardından, iki kadın beni kollarımdan tutarak içeri götürdü.

   Biri, ''Acele ettiğimiz için çok üzgünüm beyefendi ama grubunuz geç kalıyor,'' dedi.

   ''Ah, korkarım ki bu benim suçum. Havaalanında biraz fazla gevezelik ettim.''

   Diğeri şaşkınlık içinde, ''Kalabalıkla mı konuşuyordunuz?'' diye sordu.

   Yerleri göstermeye başlamadan önce, anlamadığım bir şekilde birbirlerine baktılar.

   Yemek odası sağda, demişlerdi ve Büyük Oda ise solda. Cam kapılardan, gelişigüzel serpilmiş bahçenin birazını gördüm ve hemen orada durabilmeyi diledim. Daha nereye gittiğimizi bile anlayamadan, beni kıpır kıpır insanlarla dolu bir odaya çektiler.

꧁SELECTİON꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin