Yutkundu ve ben beyaz boğazındaki inip kalkan adem elmasından gözlerimi alamadım. Ardından da aralanmış o dolgun dudaklarına çevirdim bakışlarımı çünkü Park Jimin'in beni etkilemek için yutkunması, dudaklarını aralayıp ön dişlerini hafifçe göstermesi bile yeterliydi.

Hiçbir şey söyleme, sadece arkanı dön ve git.

Kurdum ilk kez bana hiçbir şey yapmamamı söylerken şaşkındım, açıkçası ben alayla üzerine gitmek için güzel bir fırsat olduğunu düşünmüştüm çünkü kızgınlıkta değildi. Buraya gelmesi için bir sebebi yoktu, onu daha fazla delirtebilirdim bana gelmesi hakkında. Yine de kurdumun bir planı olduğunu hissediyordum bu yüzden dudaklarımdaki gülümsememi en aza indirgeyip son bir kez onu süzdükten hemen sonra tek bir kelime bile etmeden kapıyı kapattım ve çoktan gelmiş olan asansöre binerek 29. kata çıkarak odama vardım. Kurdumun tatlı mırıltılar çıkartarak ruhumu okşamasına karşı keyifliydim, nadir anlaştığımız anlardandı ve ona boyun eğmem mutlu etmişti.

Poşetleri tezgaha koyup içindekileri yerleştirmeye başladığımda telefonumun arka cebimde titreşmesini hissetmemle elimi götürüp çıkarttım ama kim olduğuna bakamadan kapımın şifresi oldukça yavaş bir şekilde tuşlanarak açıldı.

Bak, geleceğini biliyordum.

Kurdumun bir planı olduğunu söylemiştim değil mi? Onunla çoğu zaman anlaşamasak da bunun sebebi bizim aynı oluşumuzdandı, o da benim gibi oyuncuydu, kurnazdı ve karşısındaki kişiyi çok iyi oynatıyordu. Sonuçta o benim ruhumdu, değil mi, birbirimize benzememiz normaldi.

Arkam dönük bir şekilde poşetleri yerleştirmeye devam ettiğim sırada bir kulağım da onun hareketlerinden çıkan sesleri takipteydi. Girdikten sonra bir süre beklemiş, sonra kapıyı kapatarak yavaş adımlarla yanıma gelmişti. Üzerindeki gerginliği, huzursuzluğu hissedebiliyordum, işin garip kısmı onun bu hisleri yüzünden tenim alev alacak gibiydi.

Elime poşetlerden birinden aldığım birayı aldım ve ona dönüp dişimle açarak orta adanın bir ucundan diğer ucuna sürerek gönderdim. İçkiye ihtiyacı olduğunu anlamıştım, burada olmasının sebebi ona sabahın onunda içki içirebilecek kuvvetteydi. Zaten tek hamlede yakaladı, su gibi yarısına kadar içti, tezgaha geri koyup bakışlarını bana çevirdi. Eliyle, sol gözünün altındaki gölge gibi duran lekeyi hafifçe kaşıdığında kaşlarını çatmıştı.

"Tek bir kelime bile etme." diye ters ters bakarak konuştuğunda ellerimi iki yana açıp omuz silktim ve ona gıcık olacağı gülümseme verdim, zaten konuşmayacaktım.

"Yapma şunu! Sinir oluyorum sana!" Oturduğu yerden kalkıp önüme dikildiğinde dik dik yüzüme bakmaya başladı "Konuşacaksan konuş konuşmayacaksan da aptal aptal gülümseme. Bu beni daha çok çileden çıkartıyor."

"Sabah saat 10, Jimin, neden burada olduğunu bilirken ne söylememi bekliyorsun benden?" dedim sakince. Hiç benlik değildi, ben daha çok diklenmeyi severdim ama sanırım bugün nabza göre şerbet havamdaydım.

"Bundan ben de mutlu değilim, tamam mı?"

"Tamam."

Dudakları bir süre aralık kaldı ve sonra kapatıp çenesini kastı. Öfkeden kuduruyordu, bunu görmek ömre bedeldi benim için. O kadar keyif alıyordum ki içten içe tepiniyordum. Ama ruhum itlik için delirirken ve kurdum da artık oynadığı oyundan sıkılmışken bunu sakinliği devam ettirmek yerine onu daha fazla delirtmek için elimle dağınık sarı saçlarının tepesini karıştırıp yüzüne doğru eğilerek "Bugün de kokumu solumana izin veriyorum omega, sorun değil." deyip arkamı döndüğümde küçük ellerini omzumu sarıp beni hızla kendine çevirip bağırmıştı "Orospu çoc-"

Counterclockwise | YoonminWhere stories live. Discover now