''Kesinlikle öyle.'' Bana sarıldı. ''Daha sonra Chanyeol'ün Hyunjin'e mutlu yıllar demek için geleceğini duydum. Ne tatlı, değil mi? Bahse girerim ki bir hediyesi de vardır.''

   Yohan, tipik, heyecanlı tavrıyla anlatmaya devam etti, hâlâ sırrının ne olduğunu merak ediyordum fakat ona, kendi istediği zaman konuyu açmasına göz yumacak kadar güveniyordum. Odanın ön kısımlarından yükselen genel gürültüyü duyan değin geçen birkaç dakika içinde, önemsiz ıvır zıvırdan konuştuk.

   Yohan ile birlikte döndük ve o sakinliğini korurken, ben tamamen dağıldım.

   Hyunjin'in takım elbise seçimi inanılmaz derece stratejikti. Burada hepimiz gündelik giysilerimizin içindeydik. Takım elbisesinin üzerine geçirdiği beyaz uzun paltosu yere kadar iniyordu. Fakat ceketinin boyunun pek önemi yoktu. Önemli olan takım elbisesinin krem gibi, neredeyse beyaz renkte olmasıydı. Saçını yaparken kullandıkları sarı mücevher dizisi öne doğru ince bir sıra halinde geliyor, resmen bir tacı andırıyordu. Hyunjin, olgun, asil, prens gibi görünüyordu.

   Kalbimin nerede olduğuna kesinlikle emin olamasam da kıskançlık sancısı çektim. İçimizden hiçbiri böyle bir an yaşamayacaktı. Ne kadar parti ya da yemek düzenlense de Hyunjin'in görüntüsünü kopyalamaya çalışmak bayağı eziklik olacaktı. Jae-hyun'un elinin -içkisini tutmayan elinin- kıvrılarak yumruğa dönüştüğünü gördüm.

   Yohan, ''Gerçekten nefes kesici görünüyor,'' diye imrenerek yorumladı.

   ''Nefes kesiciden de öte,'' diye cevapladım.

   Parti devam etti ve Yohan ile birlikte genellikle insanları izledik. Şaşırtıcı -ve kuşku uyandırıcı- bir şekilde Jae-hyun, Hyunjin'e yapışmış, erkek odada dolaşıp, gerçekten başka şansımız olmadığı halde, geldiğimiz için teşekkür ederken hiç susmadan konuşuyordu.

   Sonunda, Yohan ile dikilip, pencereden içeri giren ılık güneşi içimize çektiğimiz arka köşeye kadar geldi, Yohan uygun bir şekilde kollarını Hyunjin'e doladı.

   ''Mutlu Yıllar!'' diye haykırdı.

   ''Teşekkür ederim!'' Hyunjin cevap verirken Yohan'ın şefkatini ve ilgisini yansıttı.

   Yohan, ''Yani bugün yirmi bir yaşındasın, değil mi?'' diye sordu.

   Erkek ise coşkuyla, ''Evet. Bundan daha iyi kutlanabileceğini düşünemiyorum. Fotoğraf çektiklerine çok memnunum. Annem buna bayılacak! Durumumuz iyi olduğu halde asla böyle bir şey yapacak kadar paramız olmamıştı. Bu çok güzel!'' dedi.

   Hyunjin, Üçtü. Onun hayatında benimkisinde olduğu kadar çok limit yoktu fakat bu ölçüye yaklaşmanın çok zor olabileceğini tahmin edebiliyordum.

   Jae-hyun, ''Etkileyici,'' diye yorumladı. ''Geçen seneki doğum günümde, siyah-beyaz partisi yapmıştım. Herhangi bir renk görülürse, kapıdan içeri bile giremezdin.''

   Yohan, ''Vay!'' diye fısıldadığında, o küçücük kelimedeki gıpta apaçık ortadaydı.

   ''Şahaneydi. Gurme yiyecekler, dramatik ışıklandırma ve müzik! Eh, uçakla Kim Junmyeon'u getirmiştik. Onu duydunuz mu?''

   Kim Junmyeon'u bilmemek imkânsızdı. En az bir düzine hit şarkısı vardı. Bazen televizyonda onun videolarını görürdük, gerçi annem görünce kaşlarını çatardı. Junmyeon gibi birine kıyasla, sonsuz derecede daha yetenekli olduğumuzu düşünürdü ve biz sonuçta aynı işi yaparken, onun üne ve paraya sahip olması onu çileden çıkarırdı.

   Hyunjin, ''O benim favorim!'' diye ünlendi.

   ''Eh, Junmyeon, aile dostumuzdur, yani geldi ve partim için bir konser verdi. Demek istediğim, bir grup iç karartıcı Beşin odadaki yaşam enerjisini emmelerini istemezdik.'' 

꧁SELECTİON꧂Where stories live. Discover now