İlk gün için muhtemelen en basit kıyafetimi seçmiştim ve diğer herkesin üzerinde şaşaalı bir şeyler vardı. Fuayeye giren iki erkek gördüm ve üzerlerinde neredeyse aynı kıyafetlerin olduğunu fark ettim. İkisi de üstlerini değiştirmek için gerisin geri döndüler. Hepsi dikkat çekmek istiyordu ve herkes kendi içinde bunu başarmıştı. Ben bile.

   Buradaki herkes Bir gibiydi. Bende sadece hoş bir takım elbise giymiş bir Beş gibi görünüyordum.

   Hazırlanmanın çok vaktimi aldığını düşünmüştüm ama diğer erkeklerin çok, çok daha fazla vaktini almıştı. Chae-rin, bizleri aşağı kata götürmek için geldiğinde bile hâlâ Jae-hyun'u ve adına yakışır bir şekilde minicik olan Changbin'in takım elbisesinin daraltılmasını beklememiz gerekiyordu.

   Hepimiz bir araya geldiğimizde, merdivenlerden aşağı inmeye başladık. Duvarda altın yaldızlı bir ayna vardı ve aşağı inerken hepimiz son bir bakış atmak için kafamızı çevirdik. Yohan ve Changbin'in yanında yürürken kendimi görebildim. Şüphesiz basit görünüyordum.

   Fakat en azından kendim gibiydim ve bu ufak da olsa bir teselliydi.

   Kahvaltı için yemek odasına alınacağımızı düşünerek aşağı kata indik. Fakat bunun yerine, bizi tekli masalar ve sandalyelerin sıralandığı, tabaklar, bardaklar ve gümüş sofra takımlarının olduğu Büyük Oda'ya aldılar. Ama hiç yiyecek yoktu. Umut verici bir koku bile yoktu. Ön köşede, kuytu bir yerde dizilmiş küçük bir dizi koltuk fark ettim. Odaya yerleştirilmiş birkaç kameraman içeri girişimizi kaydetti.

   İçeri girdik, yer belirten kartlar olmadığı için istediğimiz yere oturduk. Yohan, benim önümdeki sıradaydı ve Felix de sağımda oturuyordu. Başka kimseye bakmaya tenezzül etmedim. Herkes en az bir ittifak kurmuş gibiydi, aynı benim Yohan'la kurduğum gibi. Felix yanımda oturmayı tercih etmişti, yani ona eşlik etmemi istediğini varsaymıştım. Yine de konuşmadı. Belki de dün akşamki rapordaki haberler nedeniyle sinirliydi. Öte yandan, tanıştığımızda da sessizdi. Belki de bu onun doğasında vardı. Yapabileceği en kötü şeyin cevap vermemek olacağını kavradım, bu nedenle en azından onu gördüğümü belli etmeye karar verdim.

   ''Felix, hoş görünüyorsun.''

   Sessizce, ''Ah, teşekkür ederim,'' dedi. İkimiz de kamera ekibinin uzakta olduğundan emin olmak için etrafımıza bakındık. Özel bir konuşma olduğu için değil ama kim onların her şeyi kaydetmek için yakında olmasını isterdi ki? ''Bunca mücevheri takmak eğlenceli değil mi? Seninkiler nerede?''

   ''Hımm, benim için fazla ağırdılar. Onların yerine hafif bir şeyler takmaya karar verdim.''

   ''Gerçekten de ağır! Sanki boynumda on kilo taşıyormuş gibi hissediyorum. Yine de vazgeçemedim. Hangimizin burada ne kadar süre kalacağını kim bilir?''

   Komikti. Felix, en başından beri içten içe kendine güveniyor gibiydi. Bakışları ve tavırlarıyla, asıl prens kumaşı ondaydı. Kendinden şüphe duyması tuhaf geliyordu.

   ''Ama kazanacağını düşünmüyor musun?'' diye sordum.

   ''Tabii ki,'' diye fısıldadı. ''Fakat bunu söylemek kabalık olur!'' Bana göz kırptı, bu kıdırdamama neden oldu.

   Yaptığım bir diğer hata daha. Kıkırdamam, kapıdan içeri giren Lee Chae-rin'in dikkatini çekti.

   ''Cık cık. Bir beyefendi asla nazik bir fısıltıdan daha yüksek çıkmasına izin vermez.''

   Tüm mırıldanmalar kesildi. Kameraların hatamı yakaladığından endişelendim ve yanaklarıma sıcaklık yayıldı.

   ''Tekrar merhaba, beyefendiler. Umarım saraydaki ilk gecenizde dinlenmişsinizdir, çünkü işimiz şimdi başlıyor. Bugün size davranış ve protokol hakkında yol göstereceğim; bu süreç, burada kaldığınız süre boyunca devam edecek. Yanlış adımlarınızdan kraliyet ailesini haberdar edeceğimi de lütfen bilin.

꧁SELECTİON꧂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin