Bunca zaman bu erkekten mi hoşlanmıştı? O her gün gördüğü, bense haftada bir kere gördüğü, onu besleyen ve öpücüklere boğan erkek miydim? Yasak konuşmalarımızın, sadece uzun, sıkıcı saatler süren ıvır zıvırdan ibaret olduğunu düşünmüş olabileceği aklıma geldi.

   Ağlayamayacak kadar sinirliydim.

   Ayrıca, burada ilgimi bekleyen hayranlarım vardı. Yani, Jongin onu gördüğümü bilmeden ben bana taparcasına bakan suratlara yöneldim. Her zamankinden daha büyük olan gülümsememi tekrar takınıp el sallamaya başladım. Artık Jongin, kalbimi kırarak tatmin olamayacaktı. Beni buraya o getirmişti ve ben de bu durumdan yararlanacaktım.

   Belediye başkanı, ''Bayanlar ve baylar, en sevdiğimiz Illea Erkeği'ni, Byun Baekhyun'u lütfen hep birlikte uğurlayalım!'' diye seslendi. Arkamda, küçük bir bando milli marşımızı çaldı.

   Daha fazla tezahürat, daha fazla çiçek. Aniden belediye başkanı kulağımın dibinde bitiverdi.

   ''Bir şeyler söylemek ister misin canım?''

   Kabalaşmadan nasıl hayır diyeceğimi bilmiyordum. ''Teşekkür ederim ama bu iş beni aştı, bir şey söyleyebileceğimi sanmıyorum.''

   Ellerimi avuçlarına aldı. ''Tabii ki canım oğlum. Sen hiç endişelenme, ben her şeyi halledeceğim. Sarayda seni bu tarz şeyler için eğitecekler. Buna ihtiyacın olacak.''

   Daha sonra, belediye başkanı kalabalığa vasıflarımı anlattı, sinsice benim bir Beşe göre ne kadar zeki ve çekici olduğumu belirtti. Fena bir adama benzemiyordu ama bazen üst sosyal sınıfların en nazik üyeleri bile insanları hor görebiliyordu.

   Gözlerim kalabalığı tararken, Jongin'in yüzünü bir kez daha gördüm. Acı çekiyor gibiydi. Bu, birkaç dakika önce Taemin ile birlikteyken takındığı ifadenin taban tabana zıttıydı. Yine mi oyun? Gözlerimi kaçırdım.

   Belediye başkanı konuşmasını tamamladı, gülümsedim ve herkes, sanki adam bilinen en ilham verici konuşmayı yapmış gibi tezahürat yaptı.

   Ve aniden hoşça kal deme zamanı geliverdi. Kim Sung-kyu, yardımcım, vedalarımın sessiz ve kısa olması gerektiğini söyledi ve daha sonra beni, havaalanına ulaştıracak arabaya kadar götürdü.

   Lay, gurur duyduğunu söyleyerek bana sarıldı. Akabinde, abartılı bir şekilde, resimlerinden Prens Chanyeol'e bahsetmemi söyledi. Bu kucaklaşmadan, elimden geldiğince zarif görünerek sıyrıldım.

   Chen ağlıyordu.

   ''Seni zaten nadiren görebiliyordum. Gittiğinde ne yapacağım?'' diye haykırdı.

   ''Endişelenme. Yakında eve dönmüş olurum.''

   ''Tabii ya kesin! Sen, Illea'daki en alımlı erkeksin. Seni sevecek!''

   Neden herkes bunun güzelliğe bağlı olduğunu düşünüyordu ki? Belki öyleydi. Belki Prens Chanyeol, konuşabileceği bir eş aramıyordu, sadece güzel görünecek birini arıyordu. Aslında, geleceğimin bu olduğunu düşününce ürperdim. Ama benden çok daha çekici kızlar da gidiyordu.

   YeonRa'ya hamile karnı nedeniyle sarılmak zordu ama başardım. Ardından Chen'de bana sarıldı. Sonra sıra Xiumin' deydi.

   ''Uslu bir çocuk ol, tamam mı? Piyanoyu dene. Bahse girerim müthişsindir. Eve döndüğümde dinlemek istiyorum.''

   Xiumin sadece başını salladı, bir anda üzüldü. Minik kollarıyla beni sardı.

   ''Seni seviyorum Baekhyun.''

   ''Ben de seni seviyorum. Üzülme. Yakında evde olacağım.''

   Yine kafasını salladı ama kollarını kavuşturarak suratını astı. Evden ayrılışıma bu tepkiyi vereceğini hiç düşünmemiştim. Heize'nin tam tersiydi. O, zıvanadan çıkmış gibi parmak uçlarında zıplıyordu.

   ''Ah Baekhyun, prens olacaksın! Biliyorum!''

   ''Ah, hişşş! Bunun yerine, Sekiz olup, her gün seninle kalmayı tercih ederim. Sadece benim için uslu ol  ve çok çalış.''

   Kafasını sallayıp, biraz daha zıpladı ve daha sonra, neredeyse ağlayacak olan babamın sırası geldi.

   ''Babacığım! Ağlama.'' Kendimi kollarına attım.

   ''Dinle beni kuzucuk. Kazan ya da kaybet, sen daima benim prensim olacaksın.''

   ''Ah babacığım.'' Sonunda ağlamaya başladım. Korkuyu, üzüntüyü, endişeyi, gerginliğimi ortaya saçmak için bu kadarı -bunların hiçbirinin önemi olmadığını anlatan tek bir cümle- yeterliydi.

   Kullanılsam, istenmesem ve geri gelsem dahi benimle gurur duyardı.

   Bu kadar çok sevilmek dayanılacak gibi değildi. Sarayda etrafım muhafızlarla çevrili olacaktı ama babamın kollarından daha güvenli bir yerin olacağına inanmıyordum. Kendimi geri çektim  ve anneme sarıldım.

   ''Sana ne derlerse yap. Somurtmayı kes ve mutlu olmaya bak. Uslu ol. Gülümse. Bizi haberdar et. Ah! Senin özel biri olacağını biliyordum.''

   Tatlı bir laf etmek istemişti ama bu benim duymaya ihtiyacım olan şey değildi. Keşke bana zaten, aynı babam için olduğum gibi, onun için de özel biri olduğumu söyleseydi. Fakat sanırım asla benim için daha fazlasını istemeye, benden daha fazlasını istemeye bir son vermeyecekti. Belki de tüm anneler böyleydi.

   ''Beyefendi Baekhyun, hazır mısınız?'' Sung-kyu sordu. Suratım kalabalıktan uzaktaydı ve hızlıca gözyaşlarımı sildim.

   ''Evet. Tamamen hazırım.''

   Çantam, parlayan beyaz arabada beni bekliyordu. İşte hepsi buydu. Sahnenin köşesine, merdivenlere doğru yürümeye başladım.

   ''Baek!''

   Döndüm. Bu sesi nerede olsa tanırdım.

    ''Baekhyun!''

   Jongin'in çırpınan kollarını gördüm. Kalabalığı yarıyordu, insanlar onun bu pek-de-kibar-olmayan itiş kakışlarına isyan ediyordu.

   Gözlerimiz buluştu.

   Durdu ve baktı. Suratını okuyamıyordum. Endişe mi? Pişmanlık mı? Her neydiyse, bunun için çok geçti. Kafamı sağa sola salladım. Jongin'in oyunlarına karnım toktu.

   ''Bu taraftan Beyefendi Baekhyun,'' Sung-kyu, merdivenlerin aşağısından yolu tarif ediyordu. Yeni adımı hazmetmek için kendime kısa bir süre tanıdım.

   Annem, ''Güle güle hayatım!'' diye seslendi.

   Ve yola koyuldum.



Bölüm sonu.

Bu bölüm diğerlerine göre biraz kısa olduğu için gün içinde belki ikinci bir bölüm daha atabilirsem atacağım. Baekhyun keşke Jongin'in konuşmasına izin verseydi. Belki önemli bir şeyi kaçırmış olabiliriz. Sonraki bölüm görüşürüz, sağlıkla kalın! 

Total: 1220 kelime.

꧁SELECTİON꧂Where stories live. Discover now