Bu boynunu büküp güya kırgın konuşmaları içime dokunduğundan hızla ayaklanıp annemin üzerine atladım  ve " Kız deli! Bırak beni! Çatlayacağım!" demesine aldırmadan gıdıklamaya, yanaklarını sıkmaya hatta bir ara ısırmaya kalktım.

" Demek bizi evden gönderip..." derken nefes nefese, saç baş dağılmış, gözlerimde parıl parıl bir ifade ile gülüyordum " Babamla baş başa kalacaksın ha Asuş. Yemezler."

Demiştim ya insan gibi sevemiyordum. Böyle anlarda içimde  kaynayan bir volkan olurdu ve bu patlayıverirdi.
İkimiz de kahkahalarla gülerken Nilüfer gelmiş ve bir fasıl da onu gıdıklamış, çocuksu gülüşlerinin pencerelerden taşmasını sağlamıştım.

Nefes nefese kanepeye kendimizi bıraktığımızda " Bu hafta sonu galiba ..." dedim göğsüm inip kalkarken " ...cumartesi günü nişan. Abim diyordu dün."

Annem de başındaki örtüyü düzeltirken " Yahu çocuğum madem biliyordun ne diye beni uğraştırıyorsun?"
" Seninle uğraşmayı seviyorsam demek ki!" dedim sırıtarak.
" Yüreğime indireceksin ya bir gün kızım. Dur bakalım ne zaman? Çocukken başaramadın şimdi mi şansını deniyorsun? "

Boynuna sarılıp yanağından bir öpücük aldım.

" Allah seni evimizden eksik etmesin Asu'şum." deyince çatık kaşları düzeldi, yüzüne utangaç ve memnun bir gülümseme yayıldı.

" Aman sulusepken seni!" dedi gülerek annem.
Annem beni yağan yağmurla karışık kara benzetirdi. Bir anım bir anımı tutmazmış. Ne kışa benziyormuşum ne yaza. İlkbahar gibi başlayıp sonbahar gibi bitiriyormuşum günü.
Pek haksız da sayılmazdı. Hislerim savruktu. Hüzünlendiğimde dibe vurmak yerine daha fazla neşe yüklenirdim. Öfkeli biri değildim ancak öfkelendiğimde bir kasırga gibi dağıtır geçerdim.

" Altını hazırlamak lazım şimdiden. Ben Ahmet'i arayayım da uğrasın bir kuyumcuya da halletsin şunu.  Nilüfer, şu masadaki telefonumu bana getir hele kızım."

Nilüfer, televizyondaki çizgi filmden gözünü alıp ayaklandı ve telefonu uysalca anneme verdi.
Annem, gözlüklerinin üstünden babamın numarasına dokunurken Nilüfer, annemin kenara koyduğu örgülerde elini gezdirip " Anne, neden altın alıyoruz ki?" diye masumca bir soru sordu.

" Fedakar ananız sizin geleceğinize yatırıp yapıyor çocuğum da ondan." dedi bilmiş bilmiş kulağına telefonu yapıştırırken." Ha Ahmet. Yok yok bir sıkıntı yok da bak ne diyeceğim. Muzaffer var ya... Kaç Muzaffer var Ahmet Allah aşkına? Arkadaşını da karıştırmazsın yahu! Hani tuhafiyeci Necmiye'nin Muzaffer. Hah, bu hafta sonu kızını nişanlıyor ya. Gelirken altın işini hallediver. Tamam. Ta-tamam. Tamam."

Annem telefonu kapatınca " Anne, ben kaçıyorum artık öğleden sonra dersim var. Hemen çıkacağım. Akşam bir şey alayım mı? Var mı bir ihtiyaç?"  dedim hızlı hızlı. Bir yandan da  çoktan ayaklanmıştım.
" Yok yok. Teo'ya derim alır gelir. Altında arabası var nasılsa. Hadi, çok oyalanma. Geç kalma.Akşam Serpil teyzenler yemeğe çağırdı, oraya geçeceğiz."

Derin bir nefes alıp bıkkınca anneme baktım.

" Daha dün beraberdik anne. İnsanlar da biraz dinlenselerdi. Ne o öyle her akşam bir aradayız?"  dedim memnuniyetsizce.

" Aaa! Şuna bak şuna. Ekşitme suratını muşmula gibi. Azcık gül. Akşama da erken gel." dedi sahte bir kızgınlıkla.
" Ayıp çocuğum gitmezsek. Çağrılan yere gidilir. Ev bark kurunca anlarsın."

Gözlerimi devirip salondan çıkarken bakışlarımda ümitsiz bir ifade olduğuna emindim. Koşarak  üst kata çıktım. Akşam beraberdik. Henüz dünün sıcaklığı, bunaltıcı yanı geçip gitmemişken yeniden bir araya gelecektik. Böyle anlarda göğsümde bir kuş varmış da birisi sıkıp sıkıp bırakıyor; zavallıyı ne öldürüyor ne yaşatıyormuş gibi hissediyordum.

YABAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin