7; on yedinci gün

242 35 84
                                    

"Gözlerimi yüzünüze bakmak için kaldırdığım zaman, yangın başlıyor ve ben ateşten başka birşey göremiyorum." elindeki kitaptan seçmiş olduğu bir kaç sözü bana okurken dudaklarında melal bir gülümse vardı. "Milena, lütfen bana yardım edin! söyleyebildiklerimden daha da fazlasını anlamaya çalışın." bir an mütereddit etti. Canını acıtıyordu yazılanlar. "Franz'ın ki umutsuzluktan doğan umutsuzluk gibi. Hayatı mütemadiyen devam eden fecaatlerle dolmuş taşmış. En sonunda da üzüntüden ölüvermişti işte." kitabı sehpaya bırakarak pencereye doğru baktı.

"Bugün hiç dışarı çıkasım yok." neden konuşmuyordum, dilime bir şey olmuştu. "Ben de Franz'ı severim. Kafka gibi olmayı severim. Onun yüreği yüreklere destan." güldüm ama dudaklarımla değil, gözlerimle. Değdi gözlerimiz. Tekasüf ettiğinde bakışları elimde olmadan çektim gözlerinden gözlerimi.

Eskisi gibi değildi hiç bir şey. Günler ne sıkıcı, ne de doluydu. Ama bomboştu. Mutluysam da bomboştu. Belki de tahammülüm kalmamıştı dünyaya. Yine de elden bir şey gelmezdi. Bir gün daha geçmişti; bugün on yedinci gündü. Onu fark ettiğim gün sayısı.

"Öylesine yaşıyor gibiyim." başımı çevirdim odaklandığım yerden ona doğru. "Susulanlar susa susa haykırılıyor."

Dudaklarım kurumuştu, dilim susuz kalmıştı. Ve ben konuşamıyordum. "Dün annemin yanına gittiğimde bana ne dedi biliyor musun?" keşke bilmesem, bilmesen ve bilmesek. O vakit her şey daha güzel olabilirdi.

"Sen erkekliğin yüz karasısın dedi." güldü bir yandan acıyla. "Omegalar bile benden daha çok hırslı, aklı başındaymış." esas olan seninkiyse? Alfa diye nitelendirilenler yanlışsa? Neden belli bir kalıba uymak zorundaydı(k) ki? Niçin bir alfa daha duygusal, daha hassas olamazdı ki? Büyüttükleri bir çok alfa, delta kendi iradesine göre hissedemedi. Ve binlercesi baskınlık manyağına bürünerek, takıntılı hale geldiler. Omegaları da hep baskılayıp, ezdiler. Oysa ki herkes kendi gibi olup yaşasaydı ne olurdu sanki?

"Bitecek ama..." sessizlik olmasaydı kendi çapındaki fısıltısını katiyen duyamazdım. "bittiği gün sevmekten bile korkmayacağım."

Sırtını koltuktan çekerek sehpadaki defterini almıştı. Sanırım kendi yazdıklarını okuyacaktı. "Babam dün bana tokat attı." dedi aniden. Başını eğdi utanarak, kendisinden utanıyordu ve onu bu hale getiren ailesiydi. "Bir süre gözlerine gözükmemeliymişim. Uygun bir eş arayacaklarmış bana." güldü inkisarla. "Ama hayır. Buna müsaade etmeyeceğim. Onların istediği kişiyle değil, yüreğimin istediği kişiyle birlikte olacağım."

"Neden konuşmuyorsun?" yorgundum ve yalnızca uyumak istiyordum. Ebedi bir uyku da yok olmak yegane isteğimdi. "Kendimden çok sıkıldım." oflamasıyla sırtımı koltuktan çekivererek yanına doğru ilerledim. Yamacına oturduğumda "ne oldu?" demişti. Omuz silkerek "konuşasım yok bugün." sesim dahi kendini bilmez bir şekilde kısık çıkmıştı.

"Fark ettim onu zaten." defteri sehpaya bırakarak geri sırtını koltuğa yaslamıştı. "Bugünü hiç sevmedim." ben de sevmedim. "Yine de buna şükür etmelisin." dediğimde güldü.

"Yoongi," dedi kırıklarıyla. Savunmasız çıkan sesine bülbüller ölür gibi oldu. Sesler küserdi çıkan sesine. Kalbim nehirle doldu taştı sanki, acıtmıştı. "Çok insan ölüyor... Çocuklar acı çekiyor, ağlıyor, zorbalık görüyor, hayalleri yıkılıyor, dövülüp tecavüz ediliyorlar, anneleri bile duyamıyor dillerini, bazılarınınsa ailesi yok, kendilerini kaybetmiş çocuklar, bir kağıda çiçekler resmetmek yerine boyunlarına çiçekler doluyorlar. Ölüyorlar, Yoongi. Çocuk onlar, intihar değil bu, cinayet. Anlasan da beni, hissettiklerimi hissedebilir misin?" gözlerim doldu, boğazımda gemici düğümünü hissettiğim an asıl intihara ben kalkışmışım gibi nefessiz kaldım. Neleri düşünüyordu Jeongguk böyle...

ma solitude, yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin