4; bilmek

268 42 76
                                    

"Bilirsin, bir çok şeyi, bilmediğini sansan da." içimde bir melal vardı, neden yüreğim de titriyordu? Sabahın bu erken vakitlerinde karşıma oturmuş neler diyordu ki yine? Dudakları her duyguyu barındırıyordu, kâh hüzünlü bir tablo eseri, kâh ölümlü meleğin hikayesini, kâh da cihansız kalan bir karıncayı... ve dahası vardı. O bitmek bilmeyen her şeye sahipti ve bu iyi miydi? Belki evet, belki hayır lâkin, herhâlükârda müteessirliydi.

Elindeki çatalla oynarken tabağındakileri de bitirmiyordu. "Güneş doğmamış gibi..." dudaklarını büzdü dimağındaki tefekkürler ile. "Ne zaman doğacak sence?" sence mi? Bence... Bilemiyorum ki sen karşımda böylesine konuşurken, ben varlığımı dahi unutuveriyorum. Bir gözün beni silerken, biz sözün yerden yere vuruyor. Kim daha çok üzülüyordu bu hikaye de?

Güldü iç çeke çeke. Bir insan iç çeke çeke güler miydi? Evet, o gülerdi. Gülüşü bile titreyendi o. İç çekişinde boğulmak istedim çokçana. Kanatsız bir bülbül olmak istedim, harikalar diyarında kendimi kaybederek korkakça ötmek istedim. Ben ne de çok şey istedim.

"Bu ne biçim bir güneş böyle. Bu ne absürt bir gece böyle..." gece mi? Güneşli gece mi? Neler demek istiyor, zihni nelere tekabül ediyordu? O neler ediyordu yüreğine... Ahlanırdı ona, ağlanırdı ona. "Sanıyorsam ben sevmeyi beceremiyorum. Sevmek de her şey gibi. Bunu da yapamıyorum. Ben ne yapabiliyorum Yoongi?" eğik başını kaldırıp bana baktı acıyla. Acı, acı ve daha çok acı. Aslında komikti de. Acı ama komik. Konuştum. "Seveceğin insanı bulamamışsındır henüz. Bu tip şeyler anahtar gibidir dostum." güldü sözlerime.

"Anahtarımı hiç kaybetmedim, bulamadım bile." o güler, ben ahlardım. "Bu bulamayacağın anlamına gelmez." güldü yeniden. "Ne o sen bulmuşsun bakıyorum da?" kahkahaya büründü iç çekişleri, ağlak gülüşleri. "Buna gerek de yok." hakikaten de aşka aşık birisi olmamıştım hiç. Olmayacaktım da. Belki.

"Doğru sen istediğini alansın." çataldaki salatayı ağzına götürerek bakışlarıyla alay etti benimle. Esasen kendisiyle, yaşadığı dünyayla. Sadece bunu ben fark ediyordum.

"Boşanma belgesini tutuşturdu elime, ceketimin cebinde." şaşkınca dinledim onu. "İmzalamadım henüz." çatalı masaya bıraktı. "İmzalarsam gidecek." tekrarladı sonra kendi kendisine. "Gerçi hiç gelmedi ki." bunu biliyor oluşuna yandım da yandım, kül oldum havaya karıştım ancak yok olamadım.

"Sen onu seviyor musun?" düşünür gibi oldu. "Bilemiyorum ki. Ne sevmeyi, ne de sevememeyi bilirim." biraz açsam konuyu daha fevkalade olacaktı. "Bunu anlamak o kadar da zor değil." dedim umutla. "Ne fark eder? Olanlar olmuş, gidenler gitmiş, gelenler hiç gelememiş..."

"Olsun." dedim. "Olsunlar, olsalar ve olmasalar. Siz bu üç kelimeden neler anlıyorsunuz? Üçü de aynı harften türer ama üçü de bambaşka anlamlardadırlar." dedi, omuz silktim. "Ben de olsun diyorum ya işte." elini dizine atarak güldü komik olmayan her şeye.

"Mesela ona bakmak sana ne hissettiriyor?" rahatça yayıldı sandalyede. "Zorunluluk." hayret ettim lâkin, kurcalamadım. Ailesinden gelen bir şeydi, bu belitti. "Onunla birlikte olmayı sever misin?" başını salladı hızla. "Manasızca seviyorum bunu evet! Onu koruma iç güdüsü, onu mutlu etmeye çabalamam, bu çok hoş. Tabii onun aksine..."

"Onu öpmek peki? Sana ne hissettiriyor?" parke de kalakaldı gözleri, çok değil iki saniye kadar. "Garip bir his. Olmasa da olur. Olsa da çok güzel olmaz. Ben onu korumayı severim, sevmeyi, mutlu etmeyi, vakitler geçirmeyi lâkin, bence bunlar ciddi bir şey. Bunu her yaşayışımızda hissettiğim yek şey hiç bile değildi. Kelimesi dahi yok. Hiç bir şey. Hissizlik."

"Daha ilerisi?" anladı dediğimi. "Onu sevsem de, sevmesem de bir alfayım... Yani, pek de önemli değildi yatak konuları benim açımdan zaten kendisi uzaklaştı ki benden. Aylar oldu hatta belki bir senenin yarısı. Yaşamadık uzun vakittir öyle anlar." ofladı. "Kendimi psikolog ile konuşuyormuş gibi hissettim sayende. Nedense garipti." sana kalsa her şey garipti.

ma solitude, yoonkookWhere stories live. Discover now