17; bilinmez bilinmeyenler

161 35 38
                                    

"Jeongguk, olmaz ki böyle. Hastaneye gidelim artık." saçlarını alnından arkasına doğru çekiştirerek daha rahat kusmasını sağlamaya çalışıyordum. Diğer elimle tuttuğum kalbi çok fena çarpıyordu. Neden böyle olmuştu yine? Ne tetikliyordu onu?

Sırtını duvara koyarak soluklanmaya çalıştı. "İstemiyorum, geçecektir." geçecektir. "Hayır! Geçmeyecek. Lütfen gidelim." başını iki yana sallayıp durdu.

"Niçin yine böyle oldun?"

"Bilmiyorum."

"Biliyorsun değil mi? Yalancısın sen., Ne olduğunu yalvarırım ki söyle." omuzlarına tutunan ellerimle ona bakarak yalvarıyordum.

"Umarım bir gün bir şeyleri söylemek zorunda kalmam. Zirâ o günü hiç görmek istemiyorum." zirâ o günü hiç görmek istemiyorum.

Yeniden klozete doğru eğilip kusmaya başladığında bile bedeni lerzedardı. Fakat çok fena tir tir titriyordu ki. Şakaklarından akan terleri peçeteyle silmeye çalışıyordum.

Bir çocuk ellerim arasında ölüyordu.

"Jeongguk, iyi olacağız. Söz veriyorum." söz veriyorum.

Ayaklanarak muslukta elini yüzünü yıkamıştı. Salona ilerlediğinde koltuğa oturmuştu.

Gözünden akan inciler çenesine doğru yol alıyordu. Yanına oturup yandan yüzünü izledim.

"Çok titriyorsun." diye fısıldadım. "Geçer birazdan." dedi.

Ellerini yumruk yaparak başına vurduğu an bileklerinden tutmaya çalıştım. "Jeongguk, dur." göz pınarlarından acımasızca dökülen inciler her yerini kaplamıştı. Her yeri yaşlarla doluydu. Canı kanıyordu, ölüm gibiydi duruşu. Neler hissediyordu böyle?

Durdurabilmek için kollarımı bedenine sardım. Canımı yaksa da elleri sarılmaya devam ettim. Burnumu boynuna sürterek dudağımla buse kondurdum.

"Acın acım olsun," titrek sesimle fısıldadım. "Yalvarırım daha fazla acı çekme artık." hareket eden bilekleri durdu, sırtıma doladı.

"Korkuyorum." boynunu öpmeye devam ettim.

Bir enkazın içine sıkışıp kalmıştı. Hisleri bir depremdi, yüreği ise cehennem.

Canı canımı yakıyordu ve buna nasıl dayandığımı bilemiyordum. Ölüm gibi baksın istemiyordum, kanadı kırılmış kuş gibi ağlasın istemiyordum, dili kesilmiş melek gibi sussun istemiyordum, ben onun göğüs kafesinde çiçekler açsın istiyordum. Her yeri çiçeklerle donansın, bir cennetin ırmağında can bulsun, semanın içerisinde mai olsun istiyordum. Çok mu şey istiyordum? Evet.

"Korkma.,"

"Durduramıyorum korkularımı. Kendimi. Yaşamak; ölüm gibi bir zehir. Yaşamak; bana nefes aldırmıyor. Çok fenayım ama ne desem bilemiyorum. Bilinmez bilinmeyenler. Eski ben dünlerde kaldı."

Titremesine titredim, ağlamasına ağladım. Acısına kahırlandım, ölmesine öldüm.

Hayatımdaki tek şey Jeongguk'tu. Yalnızlığım, sessizliğim oydu. Daha neydi bu kahırı, bu acısı?

"Neyden korkuyorsun?"

Sustu., Bu sorunun cevabı bugün değildi.

Daha sıkı sarılmaya çalıştığımda o da bana ayak uydurmuştu. Boynuna buseler konduran dudaklarımı hiç durdurmuyordum.

"Werther, kitabın ilk sayfasında 'Kendinden yakınabilen insan ne anlaşılmazdır!' der. Ya peki, kendisinden hem yakınan, hem de kendisini anlamayan insan nedir? Ben niçin..." göz pınarımdan akan inci onun boynuna düştüğünde duraksadı. "İnsanın yüreği ne anlaşılmaz! der birde. Sanırım Werther halen kalbimizde yaşıyor. Kalbimize arkadaş oluyor.," dedim acıyla.

ma solitude, yoonkookOù les histoires vivent. Découvrez maintenant