"Onun için önemli olan bizim için de öyledir de, keşke o da erken gelseydi."

Mert bir kere daha Çetin'den çekmek zorunda kaldığı bakışlarını bana çevirdi ve bu kez sadece gülümsememiş bir de göz kırpmıştı. "Geldi işte," dedi, giriş kapısından içeri doğru ilerleyen kırmızı üstü açık arabayı işaret ettiğinde.

Ekin park ettiği arabasından inerken Sıla'nın elindeki kalemin hareket hızı artmıştı. Dudaklarımı birbirine bastırıp bunu fark etmemiş gibi yaparak oturduğum yerden kalktım. Ekin bize doğru yürürken, güneşin üzerine düşüşünün verdiği yetkiye dayanarak parlak gülüşünü ortaya çıkarmıştı.

Kollarını iki yana açtı ve "Kim bu yılın sayı rekortmenine sarılmak ister?" diye bağırdı.

"Ben," dedim ona doğru koşarak. "Ben, ben, ben... En çok ben!"

Kollarımı boynuna doladığımda belime sarılmış ve beni etrafımızda döndürmüştü. "İmza falan da ister misin?" diye sordu ayaklarım tekrar yere değdiğinde.

"Yok canım kalsın, gerekirse adımı söyleyerek bir video çekersin sosyal medya hesaplarımda paylaşır takipçi kazanırım."

"Kızım ülkenin yarısı seni takip ediyor zaten. Takip etmeyenin henüz evine internet gelmemiştir."

Gözlerimi kısıp güldüğümde birlikte bahçenin kenarındaki banka doğru ilerledik. Sıla'nın yanına tekrar oturduğumda Ekin, Mert ve Çetin'in yanına gitmişti. Çetin de basketbol takımı için seçmelere katılacaktı. Mert ise, Ekin destek takımındaydı, Sıla ve benim olduğumuz gibi.

Sıla eskiz defterini kapatmış siyah deri çantasının içine bırakmıştı. Su matarasını çekip birkaç yudum içtikten sonra yerine yerleştirdi. "Artık salona geçsek mi?"

Ekin, Çetin'e bir şey anlatıyordu, anlattığı her ne ise baya da heyecanlı görünüyordu. Mert de onu dikkatle dinliyordu ve ikisi de Sıla'ya en ufak bir tepki vermemişti. Ayağa kalktım. "Hadi," dedim hepsine duyuracak şekilde. "Ekin'in seçmeleri kazandığını ve yine yeni yeniden takım kaptanı olacağını teyit edelim de, gidelim şu okuldan artık."

Güzel Sanatlar Fakültesi, derslerin açılmasına henüz birkaç gün daha olmasına rağmen hayli doluydu. Bahçeden içeriye tanıdık bir araba daha girdiğinde girişe yönelen adımlarımız yavaşladı. Gri yere yakın spor araba, Ekin'in arabasının hemen yanındaki yerini aldığında Akın güneş gözlüğü ve elinde tuttuğu bardak viyolü ile dışarı çıkmıştı.

Bize doğru ilerlerken 4 kahve bardağından birini çıkarıp bana uzattı. "Günaydın prenses."

"Günaydın," dedim gülümseyerek. Kahve bardağını elinden aldığımda bana göz kırpmıştı.

"Sıla," dedi, bardaklardan bir diğerini de ona uzatırken. "Americano, sütsüz ve şekersiz."

"Teşekkürler," dedi Sıla, çantasını omuzunda sabitlediğinde kahveye uzanmıştı. "Gerçek bir kahramansın."

Atkuyruğu yaptığı siyah uzun saçlarını geriye itti, kahvenin önce kokusunu içine çekti, ardından küçük bir yudum alarak sıcaklığını kontrol etti. Minicik yudumda bile yüzü aydınlanmıştı.

Kartonda son kalan kahve de Mert içindi. Onu da uzattığında kartonu giriş kısmına yerleştirilmiş geri dönüş çöplerinden birine atmıştı.

Spor salonuna doğru ilerlediğimde Ekin hepimizden önden gitmişti. Muhtemelen seçmelerden önce koç ile konuşması gerekiyordu. Mert ve Çetin'in bitmeyen sohbetine Akın da katıldığında Sıla ile kahvelerimizi yudumlayarak yavaş adımlarla ilerledik. Akın ve Çetin soyunma odasına ilerlediğinde Mert spor salonunun girişinde bizi beklemiş, ona yetiştiğimizde de hep birlikte içeri girmiştik.

İLKYAZWhere stories live. Discover now